Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

15 Şubat 2012 Çarşamba

SANATIN 'EDEPLİ' OLMAK GİBİ BİR ZORUNLULUĞU VAR MI?

 İskender Pala, Zaman’daki köşesinde bir yazı yazmış, okumamış olanlar ve merak edenler şu linkten yazıya ulaşabilir:
Yazıyı okuduktan sonra öfkelensem mi, gülsem mi, şaşırsam mı, isyan mı etsem bilemedim. İçine yuvarlandığım duygulardan en baskın çıkanı ise umutsuzluk oldu. 

Belki de boşuna uğraşıyoruz dedim kendi kendime, boşuna debeleniyoruz bazı şeyler değişecek, iyiye gidecek diye?! Sanatın ‘içine tükürülen’, bazı sanat dallarının ‘belden aşağı’ bulunduğu bu ülkede, belki de Müslüman mahallesinde salyangoz satan adamdan bir farkımız yok.

Çok sayın yazarımız ne diyor, iyice anladık değil mi?
“Tiyatro dediğin öyle ahlaka mugayır, müstehcen, kötü, pis, kaka şeyleri sahneye taşıyamaz, hele hele ki bu tiyatro, bir de devletin ödenekli kurumlarından biriyse, bunu asla ve kat’a yapamaz!” Pek sevgili yazarın cümlelerinde, satır aralarında dile getirilmek istenen aslında tam da bu değil mi? Yoksa ben mi çok şüpheciyim?! Yoksa öküz altında buzağı mı arıyorum?   

Biliyorum, bir zamanlar pek değerli bir kültür bakanımız, baleyi, kızların ve erkeklerin yarı çıplak bir halde alt alta üst üste yuvarlandığı ‘müstehcen’ bir sanat olarak değerlendirdiğinde de; son derece saygıdeğer bir bakanımız Bizans surlarını yıkma önerisini getirdiğinde de; çok değerli bir belediye başkanımız bir heykelin içine tükürmekte sakınca görmediğinde de; yakın bir zamanda, Sayın Başbakanımız, bir başka heykeli ‘ucube’ olarak nitelendirdiğinde de ben hep şüpheci, hep takıntılı davranmıştım; boş yere suyu bulandırmıştım! Oysa tüm bunlara kafayı takmak yerine, gidip üç çocuk yapmalı, bir de üstelik onları “dindar bir neslin” neferleri olarak yetiştirmeye odaklanmalıydım. İşte o zaman çocuklarım tiyatro, bale gibi ‘pis, kaka, cısss’ şeylerle uğraşmaz, maazallah kısacık etekler giyip ponpon kız olmaya heveslenmez, adına ‘heykel’ denen ne idüğü belirsiz ‘ucubeler’ yaratmakla kafayı bozmaz, her şeyden önemlisi, tinerci olmazlardı!

Hâlâ bir takım zihniyetler tarafından tiyatronun, sinemanın – genel anlamda sanatın – ‘edepli’, ‘genel ahlaka uygun’ (o her ne ise?!) olması gerektiğinin savunulduğu bu diyarda, sanatın değiştirici, dönüştürücü, geliştirici gücünden söz etmeye kalkmanın bir anlamı var mı?

Çok sevdiğim bir tiyatrocu büyüğüm, “meslek güzel de ülke yanlış” demişti bundan en az on beş yıl kadar önce; şimdi gittiği yerden buralara bakıp hepimize acı acı gülümsüyordur eminim, “Haydi çocuklar, ben kurtuldum, biraz da siz uğraşın salyangoz satmakla!” dercesine...

3 yorum:

  1. edep kelimesini her yerde aynı anlamıyla almak ya da keyfince istediği anlamıyla bakmak edepsizliğin ta kendisi değildir de nedir?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sezen Aksu şarkısı deyip de geçmemek gerek; "Yüzyıllardan beri namussuzluk yapmaktan hiç ortaya çıkmadın namus"...

      Birisi kadınlar g string giymesin, donsuz dolaşıyorlar gibi görünüyor demişti. Ne şekilde baktığıyla alakalı galiba. Kişilerin fantazi dünyasını renklendirip de bir şey yapamadıklarını görünce ortaya çıkarttıkları öfke gibime geliyor ar namus arayışı.

      Ücubeler, sanatın içerisine tükürmeler de içerisinde bulunamamanın nefreti. Yok edin o zaman herşeyi.

      Evet, her şey sonuna kadar serbest diyebilmek çok mümkün değil. Ama bunun bir yaş kuralı olur, saat kuralı olur ama kuralı olur. Tü kaka olmaz.

      Yaşı tutan herkesin istediği herşeye ulaşabilmesi gerekirken ulaştırmamak için yasaklanması sadece ulaşılmak istenen şeyin bedelini arttırır.

      Korku ise her zaman önce kendisini yok eder...

      Sil
  2. Ben yorum eklemiştim ama yanıt gibi gözüküyor. Kimse kusura bakmasın diyeyim.

    YanıtlaSil