Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

25 Mart 2012 Pazar

İP



İki insanın, havadaki görünmez bir ipe tutunup, karşılıklı olarak ipi bir çekip bir bıraktığı, kalabalığın ortasında iki baş, iki gövde, iki yürek kaldığı, o dondurulmuş anlardan biriydi...

“Gözlerin ne renk” diye sordu güzel yüzlü genç adam...

“Ne güzel gülümsüyorsun” dedi sonra yeşil gözlü genç kadın...

“Sen hâla mektup yazan o son romantiklerdensin değil mi” diye ipe asıldı adam...

“Senin gibi sevdalandığı kadına yaban çiçekleri toplayıp getiren erkekler pek yok artık” diye ipi kendine çekti kadın...

“Biliyorum, ‘Kürk Mantolu Madonna’yı” defalarca okudun...” dedi adam, ipi gevşetirken...

“Güvercinlere neden vurgun olduğunu saklayamazsın benden” diye çapkın çapkın güldü kadın...

“Nereden anladın Cemal Süreya sevdiğimi?” dedi adam, belli belirsiz göz kırparak...
“Boynunda taşıdığın ‘Y’ harfini görmedim sanma” derken ipin ucunu kaçırdı genç kadın...

“Hani o en sevdiğin piyano konçertosu vardı ya?” demesiyle ipin ucunu  yakalaması bir oldu genç adamın...

“Ne zaman Mozart dinlesem sen geliyorsun aklıma” diye itiraf etti kadın...

“Kollarımda uyanacak mısın yine?” diye fısıldadı adam...

“Hiçbir erkek bana böyle kahvaltı hazırlamadı” diyerek kedi gibi mırıldandı kadın...
“Bu koltuk benim maç izleme koltuğum olsun mu birtanem?” diye esneyerek ipi çekti adam...

“Hani beni annenlerle tanıştıracaktın” derken sendeleyerek ipe tutundu kadın...

“Bir kere o film öyle bitmemeliydi!” diye haykırdı adam...

“Hatırlıyor musun, hani bir film vardı ben hep adını unuturdum” dedi kadın, gözleri uzaklara daldı...

İp yavaş yavaş, sakin sakin, sessiz sessiz kısalıyordu...

“Sokakta her gün kedilerle konuşuyor musun hâlâ?” diye alay edercesine sordu adam...

“Bir türlü öğrenemedin hangi rengi sevdiğimi” diye sitem etti kadın...

“Anneme giderken daha usturuplu bir şey giy dememiş miydim ben sana” dedi adam...

İp incelmeye başladı...

“Niye bana artık eskisi gibi güzel sözler söylemiyorsun” derken yüzünü astı kadın...

“Bıktım senin şu herkese mektup yazma sevdandan” diye sesini yükseltti adam...

“Mozart’tan başka besteci mi kalmadı? Her gün, her gün, yeter be!” diye bağırdı kadın, yanakları al al...

“Senin şiirden miirden anladığın yok, hava cıva!” deyip ipi iyice kendine çekti adam...

“Koskoca Atıf Yılmaz sana mı soracaktı filmin sonunu nasıl getireceğini? Ukala!” diye ipi öfkeyle salladı kadın...

“Hıh! Yeşilmiş! Neresi yeşil senin gözlerinin anlamadım, basbayağı ela işte!” dedi adam küçümser bir tavırla, ip kısaldı...

“Sen kiiiim bana çiçek almak kim!” dedi kadın burnundan soluyarak, ip inceldi...

“Bir zamanlar gülümsememe bayılırdın, şimdi başka erkeklere bayılıyorsun bakıyorum!” dedi adam, çirkinleşti yüzü...

“Senden başka kim anlayacaksa o boynuna taktığın Y harfini?” diye söylendi kadın, çirkinleşti gözleri... ip kısaldı, ip inceldi...

“Yeter artık, bıktım her şeyimi eleştirmenden” diye kükredi adam...

“Git anneciğinin evine, güle güle, haydi yallaah!” diye böğürdü kadın....

İp kısaldı, ip inceldi, ip koptu...

13 Mart 2012 Salı

SİVAS'TA YAKILAN TENLERDİR, CANLAR DEĞİL!


Geçmiş ne zaman 'geçmiş' olur? Geçtiği zaman mı kaldığı zaman mı?

Sivas katliamı bizler için 'geçmiş zaman' değildir; hiçbir zaman unutulmayacak, affedilmeyecek, üzeri örtülemeyecek bir 'geniş zaman' kipidir olsa olsa...

Yunus Emre der ki: "Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil!"

Sivas'ta tenler yakılmıştır, canlar değil...

  

12 Mart 2012 Pazartesi

SÖYLENMEMİŞ SÖZ VAR MI?

Dünya üzerinde söylenmemiş hiçbir söz kalmadı belki de... Olsun, sen yine de söyle; belki sen, senden önce söyleyen herkesten daha farklı söylersin.

Söylenebilecek her şey benden önce söylendi zaten diye düşünürken hâlâ bir şeyler söylemeye, yazmaya çalışmak neden? Belki de söylenmiş her şey, her birey tarafından yepyeni bir sözle yeniden üretilmeyi hak ediyor. Hak mı? Belki de talep ediyor.

Yaşadığımız sürece her sabah her sabah kalkıp, hep aynı şeyleri yapmıyor muyuz? Her gün lavaboda ellerimizi yıkayıp, her gün dişlerimizi fırçalayıp, her gün aynı buzdolabından aldığımız kahvaltılıkları her gün aynı tabaklara koyup yemiyor muyuz? Öyleyse, söylenmiş bir sözü, bir de benim söylemem, biraz farklı sözcüklerle ifade edebiliyorsam, neden yasak olsun? Peki ya söylenmiş veya yazılmış bir sözün, söylendiğini ve yazıldığını bilmiyorsam? Ya ilk kez ben söylüyorsam –sonuçta benden önce söylenmiş halini duymadıysam ya da okumadıysam, benzer bir durumu benzer sözlerle aktardığımda, öncekini bilmediğim için, kendi içimde, bu sözleri ilk söyleyenin ben olduğumu sanmam saçma olmaz- suçlu, ya da “kopyacı” sayılamam öyle değil mi? Bu sözleri ilk kez ben söyledim sanıyorsam, tamamen iyi niyetli, suçsuz ve masum olmaz mıyım? Peki hangi güç, dünya üzerindeki onlarca, yüzlerce, binlerce hatta belki de milyonlarca insanın, benzer duygulanımları, kendi dillerinde benzer sözcüklerle aktarmasına engel olabilir?