tag:blogger.com,1999:blog-70629132022315855902024-03-05T13:22:18.427-08:00Gökçe TuncerAnonymoushttp://www.blogger.com/profile/09783737122656853021noreply@blogger.comBlogger20125tag:blogger.com,1999:blog-7062913202231585590.post-61388850527938513372017-06-19T05:51:00.005-07:002017-06-19T06:05:56.765-07:00BİR 'KEDİ' FİLMİ...<div style="text-align: justify;">
<strong></strong> </div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiQlsMnVL-465vn-u6LISShMc4__bkdUYwgly1LmOcnUd_XGI7jOdHv2C13XXSWp_SNQ_WAoS99VrWYa9LzRbY5cVk34ornUQi_bnS044uItWTgsj1ZTNTxzlC8-ZnMQKE1HH8BPkKcynY/s1600/KED%25C4%25B0+F%25C4%25B0LM%25C4%25B0+FOTO.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1500" data-original-width="1070" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiQlsMnVL-465vn-u6LISShMc4__bkdUYwgly1LmOcnUd_XGI7jOdHv2C13XXSWp_SNQ_WAoS99VrWYa9LzRbY5cVk34ornUQi_bnS044uItWTgsj1ZTNTxzlC8-ZnMQKE1HH8BPkKcynY/s320/KED%25C4%25B0+F%25C4%25B0LM%25C4%25B0+FOTO.jpg" width="228" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
Sabırsızlıkla, heyecanla, merakla beklediğim 'Kedi' filmine gittim sonunda. Film boyunca yüzümden gülümseme eksik olmadı. Film yalnızca bir kedi filmi değil aynı zamanda İstanbul'a bir güzelleme. Aslında filmin adı 'Kedilerin İstanbul'u' ya da 'İstanbul'un Kedileri' bile olabilirmiş. Kentsel dönüşüme, rant manyaklığına, ucube beton ve çelik yığınlarına, çirkin gökdelenlere, avm'lere, sitelere rağmen bu şehrin hâlâ güzel kalabilmesine, en azından bazı yerlerinin hâlâ muhteşem<span class="text_exposed_hide">...</span><span class="text_exposed_show"> olabilmesine hayret ediyor insan. İşte bu film, tüm bu çirkinlikler i</span><span class="text_exposed_show">çindeki güzelliklere odaklanmış. Hem görsel bir şölen hem de manevi bir ilaç sunuyor </span><span class="text_exposed_show">bizlere.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span class="text_exposed_show"><br />Adeta "İstanbul'un bu güzelliklerini gör işte" diye ısrar ediyor. Biz kediseverlere ise,</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span class="text_exposed_show">böyle bir şehirde yaşadığımız için, her tarafımız kedilerle dolu olduğu için ne kadar </span><span class="text_exposed_show">şanslı olduğumuzu hatırlatıyor. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span class="text_exposed_show">Kullanılan müzikler de harika. Yüzümdeki daimi gülümsemeye ara ara da gözyaşlarım </span><span class="text_exposed_show">eşlik etti. Barış Manço'ya çakılan selam; 70'li yılların Türkçe pop şarkıları; bunca </span><span class="text_exposed_show">kötülüğe rağmen kendilerini sokak hayvanlarına adayan kanatsız meleklerin yaşadığını </span><span class="text_exposed_show">görmek; o insanların gözlerindeki bilgelik ve adını koyamayacağım daha bir sürü </span><span class="text_exposed_show">minik detay gözlerime zaman zaman yağmur indirdi...<br /> </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span class="text_exposed_show">Özellikle kedisever dostlarımın bu filmi görmesini hararetle tavsiye ederim; ama </span><span class="text_exposed_show">sadece kedicilerin degil İstanbul âşıklarının da...<br /> </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span class="text_exposed_show">Filmdeki her biri ayrı bir karakter olan kedilerin muhteşemliğini söylemeye bile gerek </span><span class="text_exposed_show">yok! Onlar zaten hep olağanüstü! <span class="_5mfr _47e3"><span class="_7oe">❤</span></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span class="text_exposed_show"></span><br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<span class="text_exposed_show">Yönetmen Ceyda Torun'a bizlere bu duyguları yaşattığı için teşekkür ederim. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span class="text_exposed_show"></span> </div>
<div style="text-align: justify;">
<span class="text_exposed_show"></span> </div>
Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/09783737122656853021noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7062913202231585590.post-36441666992000202732013-11-05T15:26:00.001-08:002013-11-05T15:59:21.032-08:00KIZLI ERKEKLİ <br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhNEiM4c1nPYhruZ-9uAonw_cLvsswc_45ps4Nl79rRZC1WYUw89wIQPRnP8c6z8lMOKLWqoh5U7anm5wQxBu7xz0KiRQoSo3T3MZfFxtlwvHhxUtRO0yJoTonY7VouV51LMNlQvhU6c9g/s1600/enfants+1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="224" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhNEiM4c1nPYhruZ-9uAonw_cLvsswc_45ps4Nl79rRZC1WYUw89wIQPRnP8c6z8lMOKLWqoh5U7anm5wQxBu7xz0KiRQoSo3T3MZfFxtlwvHhxUtRO0yJoTonY7VouV51LMNlQvhU6c9g/s320/enfants+1.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
<span style="font-size: large;">Çocukluğumda kız arkadaşlarım kadar erkek arkadaşlarım da oldu. Ne annem ne de babam engel olmaya çalıştı oğlanlarla oynamama. Birlikte büyüdük, birlikte güldük, kahkaha attık, birlikte oynadık evciliği de doktorculuğu da, saklambacı da yakantopu da. Biraz farklıydık birbirimizden ama güzeldi bu farklılığımız. Belki de kimse bana “o erkek, oynama onunla” demediği için, yaşamda hep yan yana ve birlikte yürümenin ne kadar da eğlenceli olduğunu çok erken yaşta anladım. “Kızlar şöyledir, erkekler böyledir” diye sınırlamalar getiren teyzelere amcalara oldum bittim gıcık oldum. Tıpkı “Kızlar pembe, oğlanlar mavi giyer” diye renkleri bile aramızda paylaştıranlara sinir olduğum gibi. Çok iyi anlaştığım erkek arkadaşlarım da oldu hiç anlaşamadığım kız arkadaşlarım da. Erkek denilen ‘karşı cins’in yalnızca ve de illa ki ‘sevgili’ ya da ‘koca’ olması gerekmediğini öğrenerek büyüdüm, büyütüldüm. Ne mutlu ki bana ‘arkadaşım’ diyebildim çoğuna. Ve ne mutlu ki hâlâ hepsi birbirinden kıymetli erkek ‘dostlarım’ var hayatımda. </span><br />
<span style="font-size: large;"> </span><br />
<span style="font-size: large;"> Belki de bu yüzden Recep Tayyip Erdoğan’ın, son derece doğalmış gibi "Kız-erkek aynı evde kalamaz, bizim muhafazakâr yapımıza ters" diyebilmesini ve birilerinin hâlâ onu ve partisini 'özgürlükçü', 'demokrat' diye savunabilmesini aklım almadı bir türlü. Nasıl bir akıl tutulmasıydı bu?! Bir kesime mensup bireylerin, kadınla erkeği yan yana düşününce akıllarına cinsellikten başka bir şey gelmediğini çoktandır biliyorduk da bir başbakanın çıkıp da milletin çoluğuna çocuğuna (üstelik artık ebeveynlerinin bile karışmaması gereken bir yaşa ulaştığı halde) ne hakla karıştığını anlayamadık hiçbirimiz ve öfkelendik haklı olarak. Ne de olsa kızlı erkekli büyümüş bir nesildik biz.</span><br />
<span style="font-size: large;"> </span><br />
<span style="font-size: large;"> Reşit olup on sekiz yaşını geçse de (hatta evlenmediği müddetçe yirmi sekiz yaşına da gelse, otuz sekiz yahut kırk sekiz yaşına da gelse) anne-baba, aile ve konu-komşu baskısından bir türlü kurtulamayan; 'muhafazakâr' toplum olduğumuz bahanesiyle karşı cinsle arkadaşlıkları ve cinsel hayatı sürekli denetlenen (hele ki kadın ise külliyen yasaklanan ve hatta reddedilen!) yurdum genci şimdi de 'devlet baba'nın hali hazırdaki temsilcisi hükümet tarafından zapturapt altına alınmaya çalışıyor. İnsanların yaşam tarzına saygıdan bahsederken on sekiz yaşını geçmiş, üniversiteli genci herhalde 'birey' olmuş bir 'insan' olarak kabul etmiyor muhafazakâr bünyeler! O gencin anne babasını 'göreve' davet ediyorlar! Ah sevgili ülkem, ne zaman kurtulacaksın bu dogmalardan, bu din eksenli, ataerkil-baskıcı-cinsiyetçi zihniyetten kim bilir? Biz görebilecek miyiz? Hiç ümidim kalmadı artık… <br /> </span><br />
<span style="font-size: large;"> Oysa bizler hep, kızlı erkekli, el ele ve yan yana bir gelecek düşlemiştik… </span>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/09783737122656853021noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-7062913202231585590.post-2583371816632890252013-08-15T14:17:00.000-07:002013-08-15T14:32:48.700-07:00BOŞLUK<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<o:p> </o:p><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgDr78gimh38FRF2PeE4I_zmF9lluZUUSqhJzpMTv-qJZcRYsxbQdAT5DXY1fuDJ0_p7vzowLIiMW6esY5k3JfpGVYb2OzICs1MdBk3s-eAdFfE0QrtOYPRYL1x2XwVGkUtRQhJaOdsBf4/s1600/anne+babamla+foto.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgDr78gimh38FRF2PeE4I_zmF9lluZUUSqhJzpMTv-qJZcRYsxbQdAT5DXY1fuDJ0_p7vzowLIiMW6esY5k3JfpGVYb2OzICs1MdBk3s-eAdFfE0QrtOYPRYL1x2XwVGkUtRQhJaOdsBf4/s320/anne+babamla+foto.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
<br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-size: 14pt;">Babama ve anneme...<o:p></o:p></span></b></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt 141.6pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-size: 16pt;">BOŞLUK<o:p></o:p></span></b></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;">
<span style="font-size: 16pt;"><o:p> </o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Hayat öyle tuhaf ki, bir an geliyor, tam işinizin
gücünüzün ortasındayken ya da televizyonda film izlerken, ya da bilgisayarda
çalışırken kafanıza dank ediveriyor çok sevdiğiniz insanları hatta en çok
sevdiklerinizi kaybetmiş olduğunuz gerçeği. Aslında bütün bu koşuşturmanın,
debelenmenin, abuk subuk işler edinmenin, saçma sapan konulardan bahsetmenin,
ıvır zıvır almak için mağazalarda taban tepmenin, insana pek de bir şey
katmayan tüm o film ve dizileri izlemenin, konuşmanın, konuşmanın, hep daha çok
konuşmanın sadece ve sadece gidenleri hatırlamamak, ya da mümkün olduğunca az
hatırlamak için harcanan çabalar olduğu gerçeği... Çünkü ne zaman hatırlarsanız
o zaman yanı başınızda bitiverecekler en canlı, en genç, en içten halleriyle.
Böylesi dert değil de, bazen sizle konuşmak isteyecekler, sizi içinde
durduğunuz zaman diliminden koparıp almak, dilbigisinde tarifi henüz yapılmamış
başka bir zamanın içine çekmek, belki sizin için çoktan ‘-di’li geçmiş’ olan
uzak hatıralara beraber dalıp çıkmak, bugünkü bedeninizle değil de, onlarla
olmayı en çok sevdiğiniz ve onlardan ayrılmaktan en çok korktuğunuz çocukluk
yıllarınızın koridorlarında sizle köşe kapmaca oynamak isteyecekler... Onları
ne kadar çok hatırlarsanız o kadar çok varolacaklar, ne kadar çok özlerseniz o
kadar çok yaşayacaklarmış gibi... <o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-size: 16pt;"><o:p> </o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Ama en beteri, bazen en hasta, en çaresiz, en
dokunaklı o son halleriyle görünüverecekler gözünüze, hafıza dosyalarınızdan
sıyrılıp; siz ne kadar çabalasanız da onları daha iyi, daha sağlıklı, daha genç
ve daha eğlenceli halleriyle hatırlamak için, onlar size her seferinde acı
veren o anları da var kılmak için sona saracaklar tüm filmi... “The End” yazısını
gördüğünüz son ana bile yeniden yeniden götürecekler sizi... Nasıl olursa olsun
hatırlanmak için. Her halleriyle hatırlanmak için. İyi günlerinde de kötü
günlerinde de hatırlanmak için... “Bunca çabaya gerek yoktu” diyeceksiniz,
“ben sizi hep özlüyorum” diye yırtınacaksınız, “hayat sizsiz çok eksik” diye
ağlayacaksınız, gözlerinizden nasıl da Japon çizgi filmlerindeki karakterler
gibi yaşlar fışkırdığına hayret ederek. <o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;">
<span style="font-size: 16pt;"><o:p> </o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Günler, aylar, yıllar geçecek ve siz yine bir espriye
gülecek, yine bir sürprize sevinecek, bir kayba üzülecek, bir dostla
dertleşecek, sevdiğinizle baş başa bir başka güneş batışı daha
izleyeceksiniz... Yaş alacak, yaşlanacak, çoluk çocuk, torun torba sahibi
olacaksınız ama en sevdikleriniz gittikleri yer her neresiyse, siz her neye inanıyor
ya da inanmıyorsanız, bir şekilde kendilerini size göstermekten
vazgeçmeyecekler... Siz, olur a, insanlık hali, bir gün gelip de onları yad
etmeyi unutsanız bile, onlar bütün bu koşuşturmanın, debelenmenin, abuk subuk
işlerin ortasında size görünüverecekler. <o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;">
<span style="font-size: 16pt;">Siz
kendi filminizin THE END yazısını görene dek, daima...<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<o:p> </o:p></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<o:p> </o:p></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<o:p> </o:p></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<o:p> </o:p></div>
<br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;">
<span style="font-size: 16pt;"><o:p> </o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<strong></strong> </div>
</div>
Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/09783737122656853021noreply@blogger.com12tag:blogger.com,1999:blog-7062913202231585590.post-68487172260540609842013-01-08T18:27:00.001-08:002013-01-15T09:43:44.198-08:00PARİS, ÖĞLEDEN SONRA<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhjKrl1s_7UKF3nchG7WTFCusGf40A0paLNfPq0J5CBRiRnJsROcib3OBFXNXHohaRztw_DAJ5feHKSBF0TiGeeif2o2Ei5KxXylSuA7hH2OTKfh7tpCEz08xdMHIaJHYU5aKVHImoaq8k/s1600/SO+Les+Deux+Magots.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="234" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhjKrl1s_7UKF3nchG7WTFCusGf40A0paLNfPq0J5CBRiRnJsROcib3OBFXNXHohaRztw_DAJ5feHKSBF0TiGeeif2o2Ei5KxXylSuA7hH2OTKfh7tpCEz08xdMHIaJHYU5aKVHImoaq8k/s320/SO+Les+Deux+Magots.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh_Fb2dk3xqMTD4q5FydUBFWpDcKiZ79xAIRYC9vaCCDHYN9DFIHWwD5uyAtUbzEOg0AfYA9xSNdMhbDPjejMVtgymRtgrMn2u-ETxFuN0ktv-Mhfa4ezisg1CLH9DblbcDtBH80dBJlyU/s1600/Deux-Magots.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"></a> </div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<span style="font-family: Times, "Times New Roman", serif; font-size: x-large;">Yıl 1999... Paris...</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Times, "Times New Roman", serif; font-size: x-large;">2000'e birkaç ay kala Eiffel Kulesi geriye gün sayıyor...</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-size: x-large;"><span style="font-family: Times, "Times New Roman", serif;">İsa'ya 62 gün, İsa'ya 61 gün, İsa'ya 60 gün... Koskoca bir insanlığın miladını </span><span style="font-family: Times, "Times New Roman", serif;">belirleyen İsa, ışıklı imzasını atıyor baş harfiyle Eiffel Kulesi'nin üzerine... </span><span style="font-family: Times, "Times New Roman", serif;">Gören Türkler şaşırıyor, Fransızca bilmez bakışlar soruyor: "Eksi 61'i anladık da, J harfi de neyin nesi?" Jesus Christ Superstar müzikalinden bir rol kişisi olmak istiyorum onlara gülümseyerek cevap verirken. </span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Times; font-size: x-large;"></span> </div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Times; font-size: x-large;">1'lerin hükmü kalkacak, 2'lerin saltanatı başlayacak diye bütün bu tantana. Herkes bir milenyum telaşında. Oysa değişecek olan itibarî bir sayı sadece. Saint-Germain Des Prés Bulvarı'nda yürüyorum. Paris soğuğu kemiklerime işliyor; üşüyerek seviyorum Paris'i... Severek üşüyorum Paris'te... Café Les Deux Magots karşılıyor beni tüm sıcağını sunarak kucağında. Asilzade duruşlu karizmatik garson çapkın bir gülümseyişle "Her zamankinden değil mi?" diye soruyor. Ne kadar da Humphrey Bogart! "Evet" der gibi başımı sallıyorum bir film karesinde olduğumu hayal ederek. Ve ben ne kadar da Ingrid Bergman'ım!</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Times; font-size: x-large;"></span> </div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Times; font-size: x-large;">Yayılıyorum her zamanki masama... Kağıtlarım, kalemlerim, kelimelerim saçılıyor etrafa... Yere düşen kelimelerden birini alıp veriyor yan masadaki komik şapkalı yaşlı kadın. Çok İngiliz bir gülücük var dudağının kenarında. Bakıyor elindeki kırık kelimeye, "Hangi dilde bu?" diye soruyor sahici bir merakla. "Türkçe" diye cevap veriyorum İngilizce. Sütlü çay fincanını kaldırıp "Şerefe!" diyor sessizce. Sütsüz çayım geliyor dünyanın en Fransız tepsisinde. Bir zamanlar çay istediğimde beni İngiliz sanıp "Sütlü mü, sütsüz mü?" diye soran kont kılıklı garson, epeydir aşina çayı sek içen bu İstanbullu kıza. Bir şeyler karalamaya başlıyorum en sevdiğim sarışın sayfalara. Arada bir başımı kaldırıp bakıyorum önümden geçen şemsiyeli zamana. Paris'in gözyaşları akıyor sokaklara. Öbür yanımdaki masaya bir adam oturuyor. Göz göze (mi) geliyoruz...gülümsüyor... ('gülümsemek' bu yazının jokeri). Yerleşiyor tanıdık bir itinayla sandalyesine. Çıkarıyor kağıtlarını, kalemlerini, renklerini...bir küçük kahve söylüyor en koyusundan... kahverengi kokuyor dört bir yan... Boş beyazına kağıtların, küçük kediler çiziyor en güzelinden... renkli, kareli, puanlı, çizgili, kibirli kediler...</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Times; font-size: x-large;"></span> </div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Times; font-size: x-large;">Bir kedi düşüyor yere, pembe... Gözleri boş, kuyruğu yarım, bıyığı eksik... Eğilip alıyorum yerden, gözlerim dolu, kuyruğum yok, saçlarım kesik... Çok tanıdık bakışlı adama veriyorum kediyi... Pespembe olmuş ellerim... </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Times; font-size: x-large;"></span> </div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Times; font-size: x-large;">Yıl 2005... İstanbul... Yaza birkaç ay kala İstanbul göğü taşıyor bardaktan... René Magritte'in kadehinden bulut içiyor komik şapkalı yaşlı bir adam Beyoğlu'nun Kaktüs'ünde... Les Deux Magots yeşili her taraf... "Her zamankinden mi?" diye soruyor karizmatik duruşlu çapkın garson asil bir gülümseyişle... Arada bir dönüp bakıyorum camdan akıp giden sokağa... Türk kahvesi geliyor İstanbul'un en Fransız tepsisinde... Tam yudumluyorum ki sek kahvemi, ayağımın üstüne mor bir kedi düşüyor... "Affedersiniz, benden düştü!" diyor bir adam sahici bir telaşla... Yerden aldığı çizgili kediyi okuduğu kitabın içine sokuşturuyor... Kitabın kapağına bakıyorum...kapkara bir kedi bana göz kırpıyor... Üzerinde, 'Selçuk Demirel; Kağıttan Kediler' yazıyor...</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Times; font-size: x-large;"></span> </div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Times; font-size: x-large;">(Bir Paris öğleden sonrasında, Café Les Deux Magots'da, kağıtlara kedi desenleri çiziktiren kişi Selçuk Demirel miydi, yere düşen kedi onun kağıttan kedilerinden biri miydi bilmiyorum... Kedileri tutkuyla çizen Selçuk Demirel'e saygıyla...) </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Times; font-size: x-large;">http://www.selcuk-demirel.com/bookDraw.php?lang=0&opt=1#</span></div>
Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/09783737122656853021noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7062913202231585590.post-39607088175006978672012-12-07T05:15:00.000-08:002012-12-07T10:49:24.525-08:00ADI İNCİ...<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhyYJLGCkXyOrJVW6bkqoT8k3RUOWJUd4cgQT-qODhtLs6fapH7Zl6ZY_JscsYAJumij4-HAutYKcjpCfXE0g-lR_H5HTFtf1wuSrC_iBHWieIUjQZCaBWOFuB0UUgx1JwoOPfmrJPTB64/s1600/inci+pastanesi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="183" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhyYJLGCkXyOrJVW6bkqoT8k3RUOWJUd4cgQT-qODhtLs6fapH7Zl6ZY_JscsYAJumij4-HAutYKcjpCfXE0g-lR_H5HTFtf1wuSrC_iBHWieIUjQZCaBWOFuB0UUgx1JwoOPfmrJPTB64/s320/inci+pastanesi.jpg" width="320" /></a></div>
<span class="usercontent"><span style="font-size: 16pt;"></span></span><span style="font-size: 16pt;"><o:p></o:p></span><br />
<span class="usercontent"><span style="font-size: 16pt;"> <span style="font-size: small;">
</span></span></span><br />
<span class="usercontent"><span style="font-size: 16pt;"></span></span><br />
<span class="usercontent"><span style="font-size: 16pt;"><div style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span class="usercontent"><span style="font-size: 16pt;">Bir şehri şehir yapan nedir? Sadece coğrafi konumu,
güzellikleri (ya da çirkinlikleri), tarihi, binaları, insanları mı? Peki o
tarihi, o güzellikleri oluşturan şey nedir? Bir şehir, mimari özelliklerinin
yanı sıra, o mimari görünümün içinde saklanan hikayelerin, anıların, yaşam
hikayelerinin, yaşanmışlıkların bir bileşkesi değil midir? O güzellikleri,
anıları ve yaşanmışlıkları bir mimari bütün olarak ele alacak olursak, bir
parçayı yerinden oynattığınızda, ya da kopardığınızda tablo eksik kalmaz mı?
Tıpkı, bir parçası bile eksik olduğunda 'tamam' sayılmayan bir yapboz gibi
'yarım' kalmaz mı?</span></span><span style="font-size: 16pt;"><o:p></o:p></span></div>
<span style="font-size: small;">
</span><br />
<div style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span class="usercontent"><span style="font-size: 16pt;">Şimdilerde İstanbul da eksik kalmış bir yapboza
benzetilmeye çalışılıyor. Üstelik bir değil, birkaç parçası, hem de çok parçası
eksik bırakılan bir yapboz. <o:p></o:p></span></span></div>
<span style="font-size: small;">
</span><br />
<div style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span class="usercontent"><span style="font-size: 16pt;">Kasıtlı olarak yok edilen parçalara bir
yenisi daha ekleniyor bugün.</span></span><span style="font-size: 16pt;"> <span class="usercontent">İstanbul'un, Beyoğlu'nun simgelerinden biri olan İnci
pastanesi zabıta tarafından tahliye edilmeye çalışılıyor. İstanbul'u İstanbul
yapan bütün güzel değerler bir bir yok ediliyor. Şehir, kimliğinden
koparılıyor, üzerine başka bir giysi giydiriliyor. Emek Sineması, İnci
Pastanesi, Beyoğlu Sineması, Taksim meydanı derken Beyoğlu'nu Beyoğlu yapan her
şey tarumar ediliyor. Avrupa'nın belli başlı şehirlerinde, yüz yıllık, iki yüz
yıllık pastaneler, sinema ve tiyatro salonları olduğu gibi muhafaza edilirken
bizde nedense bir kıyım harekatı başlatılmış durumda. Bu kıyıma göz yuman
birilerine (!) göre 'eski' olan ya değersiz ve çirkin bulunduğu için
'yeni'lenmeye veya toptan silinmeye çalışılıyor; ya da 'yenileme' maskesi
altında korkunç bir rant dönüyor?! (Cevabı bilmeyen yoktur sanırım!) İstanbul,
bir AVM'ler ve gökdelenler şehrine dönüştürülüyor; bir de bu şahıslar
ağızlarından "değerlere saygı", "geçmişimize saygı",
"ecdadımıza saygı" gibi lafları düşürmüyorlar mı, asıl ironi de
burada!</span><o:p></o:p></span></div>
<span style="font-size: small;">
</span><br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;">
<span style="font-size: 16pt;"><o:p><span style="font-size: small;"> </span></o:p></span></div>
<span style="font-size: small;">
</span></span></span><span class="usercontent"><span style="font-size: small;"> </span></span><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;">
<span style="font-size: 16pt;"><o:p><span style="font-size: small;"> </span></o:p></span></div>
Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/09783737122656853021noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7062913202231585590.post-52112443067239307602012-12-02T16:31:00.000-08:002012-12-02T16:31:10.302-08:00GÖLGESİ İNCE KIZ<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjZMhVwWU3A9hn_2yMBSqDNGouvAxA2ZMOsgxi5ydipiGgek3_iIlz6toTVNMphzg1MjPMRzIwDxRgmCFG1sqCs1XBdMgbj94J1fJWMhX8nn0GqOrVNM4ywFwGrurVAPzl1q6wtK5uLHyY/s1600/g%25C3%25B6lgesiincek%25C4%25B1zkapak.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjZMhVwWU3A9hn_2yMBSqDNGouvAxA2ZMOsgxi5ydipiGgek3_iIlz6toTVNMphzg1MjPMRzIwDxRgmCFG1sqCs1XBdMgbj94J1fJWMhX8nn0GqOrVNM4ywFwGrurVAPzl1q6wtK5uLHyY/s320/g%25C3%25B6lgesiincek%25C4%25B1zkapak.jpg" width="201" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-size: large;"></span> </div>
<span style="font-size: large;"></span> <br />
<span style="font-size: large;">AŞK</span><br />
<span style="font-size: large;"></span><br />
<span style="font-size: large;">Bir tebessüm yırtılır dudaklarında</span><br />
<span style="font-size: large;"></span> <br />
<span style="font-size: large;">Ellerinde açmamış çiçeklerin erken kokusu</span><br />
<br />
<a href="http://shop.kafekitap.com/urun/914/golgesi-ince-kiz"><span style="font-size: large;">http://shop.kafekitap.com/urun/914/golgesi-ince-kiz</span></a>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/09783737122656853021noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-7062913202231585590.post-22218729896465852062012-09-24T03:12:00.001-07:002017-06-19T06:37:17.453-07:00BU ŞEHİR<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh13VNXs4JSZGBZ1nMKhYfEvD4BG5G30SiUF2X-oFvo5gZokpq93aZvhCyRMOVHnopMm0LrWpYrJLmkErEM0XXgKOPyPlvWxDjgRC1VXxLymPT2esPfL7-DGrk1GWDLSuxOrxrDuS1fDS8/s1600/istanbul.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="806" data-original-width="1440" height="179" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh13VNXs4JSZGBZ1nMKhYfEvD4BG5G30SiUF2X-oFvo5gZokpq93aZvhCyRMOVHnopMm0LrWpYrJLmkErEM0XXgKOPyPlvWxDjgRC1VXxLymPT2esPfL7-DGrk1GWDLSuxOrxrDuS1fDS8/s320/istanbul.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 16pt;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 16pt;">Ücra bir kasabayı
alacakaranlıkta keşfe çıkmış gibiyim...<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 16pt;">Bir sokak arası densizliği
üzerimde... <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 16pt;">Önüme kim çıksa, bin tekme
atacak çocuk gücündeyim. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 16pt;">Evden eve gerilmiş iplerde
asılı renk renk çamaşırlara takılıp kalıyor çoğunlukla bir karış havada uçarken
aklım. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 16pt;">Sesimi kargalar yiyor sabahın
kör vaktinde. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 16pt;">Bu şehri terk etmek ne zor!
Git git bitmiyor sevdası, karası, yarası... <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 16pt;">Peşinden geliyor sen nereye
gidersen git sokağı caddesi denizi, serserisi delisi</span>...</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7062913202231585590.post-87096051303994347142012-09-17T05:27:00.000-07:002012-09-17T05:27:54.747-07:00ÇOCUKLUK<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiLmD2EGsnRpUJpnEEv4vBMNROTvo4TyPZZiDFX-LgpYL1Pw3ta_dDL7bJZSkJdTZEdjuUmR1Xs1tIrFB0BJca4s0yPbNEfA_js5DZq4tEUNlK-p5D1_986PDKLyw5uPZSb7CkWsKTx3j4/s1600/child-with-dove-1901_jpg!Blog.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiLmD2EGsnRpUJpnEEv4vBMNROTvo4TyPZZiDFX-LgpYL1Pw3ta_dDL7bJZSkJdTZEdjuUmR1Xs1tIrFB0BJca4s0yPbNEfA_js5DZq4tEUNlK-p5D1_986PDKLyw5uPZSb7CkWsKTx3j4/s320/child-with-dove-1901_jpg!Blog.jpg" width="230" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"> </div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"> </div><br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><span style="font-size: x-large;">Al çocukluğunu odanın duvarına yapıştır. Hep orada dursun. </span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><span style="font-size: x-large;"></span> </div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><span style="font-size: x-large;">Bakakal ona, sabahları uyandığında; sana seni hatırlatsın. </span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><span style="font-size: x-large;"></span> </div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><span style="font-size: x-large;">Her göz göze geldiğinde sana küçük sırlar fısıldasın.</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><span style="font-size: x-large;"></span> </div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><span style="font-size: x-large;">Geçmişinin seni hiç unutmayacağını ve hep peşinden koşacağını anlatsın. </span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><span style="font-size: x-large;"></span> </div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><span style="font-size: x-large;">Bir zamanlar saf ve temiz ve bir gün hiç solmayacakmış gibi taze olduğunu anımsatsın. </span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"> </div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><span style="font-size: x-large;">Çocukluğunu duvara yapıştır, hiç sökme; orada öylece yıllarca kalsın...</span></div><br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><span style="font-size: x-large;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-language: AR-SA; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"></span></span> </div>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/09783737122656853021noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-7062913202231585590.post-42110834960143194582012-08-28T12:55:00.000-07:002012-08-28T12:55:47.601-07:00BİR EVLİLİK ÜZERİNE ATAERKİL ÇEŞİTLEMELER<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiBTyxQVveM8hWCf3sHAkuVmb7YxMODmDKyqzTFLpbM4Ts7p49XonhfDuTpwZPhUPGqY9q-krmkQcIkTGExP8B4pzDdPFeUiMYNiwCvkUfXnGL2UJdpPTXiaC1eUoL0NtRe7eUZhnYT_S8/s320/jeunes+mari%C3%A9es+Eiffel_Towel_in_the_Background_f.jpg" width="259" /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-size: 18pt;">Meltem
Cumbul evlenmiş, kendinden on dört yaş genç biriyle. Bunu duyduğunda “Ne güzel!
Mutlu olurlar inşallah!” diyenlerin sayısı, “Aa! Kadın erkekten o kadar büyük
olur mu canım? Kesin uzun sürmez o evlilik!” diyenlerden daha az ne<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>yazık ki! Bunu anlamanız için bir istatistik
uzmanı olmanıza gerek yok, az biraz yakın çevrenizdekilerin görüşlerine kulak
kabartırsanız, medyada çıkan haberlere şöyle bir göz gezdirirseniz, üşenmeyip
bir de bu haberlerin altına yazılan ‘okuyucu yorumları’na bakıverirseniz durumun
ciddiyetini fark edersiniz. Benim kafama takılan asıl mesele, evlenenin kim ya
da kimler olduğu değil; 60'lık, 70'lik adamların 20'lik kızlarla evlenince
sorun olmaması, buna karşılık bir kadın kendinden 10 küsur yaş genç bir adamla
evlendi diye kıyamet koparılması.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-size: 18pt;"></span><span style="font-size: 18pt;">İnsan
-bakın kadın ya da erkek demiyorum, İNSAN! - kendi özgür iradesiyle bir karar
verip biriyle evlenebilir, ya da evlenmeyebilir; bu ister aşk evliliği olur
ister mantık, kimseyi ilgilendirmez, ilgilendirmemeli! Bir başkasının ilişkisi
bizi bağlamaz, bağlamamalı! </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-size: 18pt;">Aslına bakarsanız
toplumdaki bunca infial, erkek egemen bakış açısının
yüzyıllardır içselleştirilmesinden ileri gelmektedir, ki o da gündelik hayatta
kendini şöyle gösterir: erkek alır, erkek satar, erkek beğenir, erkek ister;
kadın alınan, satılan, beğenilen, istenilen olmak zorundadır! Kadın genelgeçer
toplum değerlerini sarsıcı bir eylemde bulunduğunda- misal genç bir erkekle
evlenmek; özgür bir cinsel hayat yaşamak; evlenmemek; çocuk sahibi olmak
istememek; evliyken başka biriyle beraber olmak vs....- bir anda cadı kazanları
kaynamaya başlar! (Şu ironiye bakınız ki, "cadı kazanı" tabirinde
bile 'kadın'dır söz konusu fitne fesat aracı olan! Oysa ki kazanlar daha çok
erkekler tarafından kaynatılır, 'cadı'lıkla itham edilen kadınlar tarafından
değil! Bu satırları yazmamıza sebep olan söz konusu ünlü kadın oyuncunun
kayınpederi örneğinde de açık ve net görüldüğü üzre!) Yukarıda sıralanan tüm bu
eylemler, ataerkil düzende, erkeğe 'hak' kadına ise 'cıs'tır; kadın yaptı mı
'felaket', 'rezalet', 'skandal' , erkek yaptığında ise 'normal', 'biyolojik
dürtü', 'elinin kiri' tanımlamaları gelir birbirinin ardı sıra. Bu gibi
durumlarda hemcinslerine öfke kusan kadınların dili de, ataerkil bakış açısının
yansımasından başka bir şey değildir zaten. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-size: 18pt;"></span><span style="font-size: 18pt;">O
halde, en azından biz kadınlar, hemcinslerimize sahip çıkalım, birbirimizi
yüzyılların erkek egemen diliyle yargılamaktan kaçınalım. İki insanın,
aralarındaki yaş farkı her ne olursa olsun, birlikte bir yaşam kurma arzusuna
saygı duyalım. Hele ki, en başta da belirttiğim gibi, kızı hatta torunu
yaşındaki genç kızlarla birlikte olan ya da evlenen geçkin yaştaki erkeklere
sıkça rastladığımız bir dünyada, bırakalım da güçlü bir kadın, aslında toplumu
hiç de tehdit etmeyen ilişkisini doya doya yaşasın. Bu ilişkideki iki kişinin
arasındaki yaş farkı da bizi hiç mi hiç ilgilendirmesin! Biz önce ‘yaşı yaşına
uygun’ olduğu halde neden birçok çiftin ilişkisinin ite kaka sürdüğünü, hatta
evliliklerin çoğunda çiftlerin birbirini boğazlama noktasına geldiğini
düşünelim de, ondan sonra yaş farkının önemli olup olmadığını tartışırız. <o:p></o:p></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/09783737122656853021noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-7062913202231585590.post-51495968826687837482012-08-25T10:18:00.000-07:002012-08-25T10:18:15.474-07:00BİR AN
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgo9q8r6D9etq759pIzKSRByw7BjY3WTF5TbIVL2VUFcaZqET6Sn7BCh-L3XD2PhTG2UN8kg5ipkSlGh4zE9jWX8rdntVWt12Ccm0ohW9wnUm1hMYJ4A8GHDcU-_9uy01gKUnw2m51ggsY/s1600/the-evening-gown-1954(1)_jpg!Blog.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgo9q8r6D9etq759pIzKSRByw7BjY3WTF5TbIVL2VUFcaZqET6Sn7BCh-L3XD2PhTG2UN8kg5ipkSlGh4zE9jWX8rdntVWt12Ccm0ohW9wnUm1hMYJ4A8GHDcU-_9uy01gKUnw2m51ggsY/s320/the-evening-gown-1954(1)_jpg!Blog.jpg" width="234" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-size: 18pt;"><o:p></o:p></span></b> </div>
<span style="font-size: 18pt;">Kapıyı büyük bir gürültüyle
kapatıp koşmaya başladı….<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-size: 18pt;"></span><br />
<span style="font-size: 18pt;">Ardına hiç bakmadı…<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-size: 18pt;"></span><br />
<span style="font-size: 18pt;">Biliyordu ki, bir an dönüp
baksa, yıllardır özlemini kurduğu ve günlerdir hazırlandığı şu an yok olup
gidecek…<o:p></o:p></span><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 18pt;">Bir saniye dursa, dönüp ardına
baksa, içine girmiş olduğu andan çıkacak ve her şeyden vazgeçip, geri
dönmemecesine kaçıp gitmeye hazırlandığı o karar anına geri dönecek… <o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 18pt;">Biliyordu ki, dönüp arkasına
baksa, kaçmak istediği hayatına geri dönecek … <o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 18pt;">İçindeki ses “dön bak arkana”,<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>“dön hadi”, “geri dön” diyordu ona durmaksızın...<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 18pt;">Ama o durmadı...<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 18pt;">Ve bakmadı… <o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 18pt;">Ve dönmedi… <o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 18pt;">Biliyordu ki, her şeyden
vazgeçilebilir, her şey bir gün bitebilir, her şey yeniden başlayabilir…<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 18pt;">Bir hayat yok edilebilir, bir
hayat sıfırdan inşa edilebilir… <o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 18pt;">Biliyordu… Her şey bir andı,
bir anlıktı… <o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 18pt;">Karar vermek bir an, kararı
uygulamak bir an, vazgeçmek bir an, gitmek bir an, geri dönmek bir an… <o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 18pt;">Küçücük bir ‘büyük an’dı her
şeyi silip atan; bir şeyi yeni, bir şeyi eski yapan… Bir andı, sadece bir an… <o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 18pt;">Kafasını çevirip evinin
kapısına baksa, adımlarını durdurup onu vazgeçirecek olan şeyi görecekti orada:
<strong>Koskocaman ve küçücük bir an!..<o:p></o:p></strong></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 18pt;"><o:p> </o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 18pt;"><o:p> </o:p></span></div>
Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/09783737122656853021noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7062913202231585590.post-70180353217609728532012-07-21T14:04:00.002-07:002012-07-21T14:04:59.031-07:00SÖYLEŞİ<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg446U5Cya6f3LFNtGu2GJr2tk_Mkecu3mo7RyTXxNFAgGhrpX6t3B_RZynr0MJhlkTrcVrenEISM80wknC9194oNFl-6YYXHrpg8deti8attSE8HcORhieSMfnbNARn7JPGwjauHj0RlE/s1600/gozmuptelasiKAPAK.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg446U5Cya6f3LFNtGu2GJr2tk_Mkecu3mo7RyTXxNFAgGhrpX6t3B_RZynr0MJhlkTrcVrenEISM80wknC9194oNFl-6YYXHrpg8deti8attSE8HcORhieSMfnbNARn7JPGwjauHj0RlE/s320/gozmuptelasiKAPAK.jpg" width="195" /></a></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: large;"><u><strong><span style="color: orange;"><em>Göz Müptelası</em> üzerine ilk söyleşi</span></strong></u> </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;"><o:p><span style="font-size: small;">
</span></o:p></span><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-size: 16pt;"><span style="color: orange;">Göz Müptelası, dokunsanız uçacak, hem buralı hem çok
yerden öyküler. Bunları nasıl bir araya getirdiniz (yazma serüveniniz)?<o:p></o:p></span></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: small;">
</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Göz
Müptelası’nda yer alan öykülerden bazıları benim ilk göz ağrılarım. Bunca yıl
bir köşede bekletip, kimselere göstermediğim, pamuklara sarıp sarmalayıp
dünyaya açılacakları gün için hazırladığım öykülerim. İçlerinden sadece biri
daha önce okurlarla bir öykü seçkisinde buluşmuştu; okuyanlar bilir;
bilmeyenler ise tahmin haklarını kullansın. Geri kalan öykülerin hiçbiri gün
yüzü görmedi Göz Müptelası’nın yayınlandığı ana kadar. Bu ilk kitap, bir
anlamda benim bugüne kadarki yazma serüvenimin de bir özeti gibi. Yakın
durduğum üslupların, biriktirdiğim sözlerin ve sevdiğim ifade biçimlerinin bir
bileşkesi de diyebiliriz. Aslında geç kalmış bir ilk kitap; belki çok daha önce
okurlarıyla buluşması gerekirken nadasa bıraktığım, sokağa kolay kolay
salamadığım, benden kopup gitmelerini kabullenemediğim için benle beraber
büyüttüğüm, yıllar geçtikçe olgunlaşan, hatta kimi değişimler geçiren
öykülerden oluşan bir kitap. Her bir öykünün yazımı yaşamımın farklı bir
dönemine denk geldiği için bir yanıyla retrospektif bile sayılabilir; yazılmış
ilk öyküm de, yayınlanmış ilk öyküm de, yazılmış en son öyküm de bir arada çünkü
Göz Müptelası’nda. Arada başka öyküler, ya da öykü dışında başka denemeler
olmadı mı diye soracak olursanız, elbette ilk ve son öyküm arasında yazmış
olduğum daha bir dolu öykü var. Onların da okurla buluşacağı gün gelecek
elbette. Ancak sizin de belirttiğiniz gibi, daha uçucu öyküleri yan yana
getirmek istedik burada. Yazılmış olup da sırasını bekleyen diğer öykülerden
daha farklı bir yerde duruyordu çünkü ilk kitap için seçtiğimiz öyküler. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: 16pt;">Hem
buralı, hem de dünyalı olmaları konusundaki tespitinize gelince, insanın kendi
yazdıklarını, bir üçüncü göz gibi değerlendirmeye kalkışması kolay iş değil, ne
olursa olsun öznellik giriyor devreye, özbenlik giriyor, kimlik giriyor. O
yüzden bu konuda yorum yapmamın pek de doğru olacağını sanmıyorum.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: small;">
</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-size: 16pt;"><span style="color: orange;">Tiyatro, yazarlık, çeviri ve televizyon. Bütün
bunları tek bir kalem ve zihinle yapmak nasıl bir varoluş sizce?<o:p></o:p></span></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: small;">
</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Çocukluğumdan
beri hep yazı yazdım ve tiyatronun içinde oldum. Yazı ve tiyatro, hayatımın en
önemli parçaları olageldi. Aldığım dil eğitiminin ve edebiyat sevgimin
buluşmasıyla da çeviri girdi yaşamıma, üniversiteden itibaren. Bu disiplinlerin
zaten birbirlerinden çok ayrı, çok farklı olduklarını düşünmüyorum. Tiyatroyla
ya da tiyatroda var olan biri için yazı, pek de uzak bir ülke değildir; dikkat
ederseniz, çoğu tiyatro insanı, şu ya da bu şekilde yazıyla iç içedir; farklı
türlerde de olsa kalem oynatmaktadır. Tiyatro, öncelikle yazılı bir alandır
zaten, bir edebi türdür. Amatör ya da profesyonel olarak tiyatroyla uğraşan bir
kişinin, edebiyattan kopuk olması düşünülemez. Belki bilfiil yazı yazmıyordur
ancak ifade yeteneği ister istemez gelişkindir. Dolayısıyla, tüm bu alanlarda
tek bir zihinle ve tek bir kalemle ürün vermenin çok da şaşırtıcı bir durum
olduğunu düşünmüyorum. <b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><o:p></o:p></b></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: 16pt;"></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Televizyonda da işin mutfağında çalıştım hep, yapımcı,
editör ya da metin yazarı olarak. Sektöre ilk adım atışım da zaten bir kültür
sanat programıyla olmuştu ve neredeyse gönüllü yapacak kadar çok seviyordum
işimi. Daha sonraki televizyon deneyimlerimde de sanatla, edebiyatla ya da en
azından müzikle iç içe oldum. Haber, spor ya da siyaset programında çalışmadım
örneğin hiç. Ancak zamanla, içimdeki oyuncu ortaya çıktı ve sahnede ya da
kamera önünde olmam gerekirken kamera arkasında olmama içerlemeye başladı. Çok
şey öğrendim, çok güzel anlar, anılar ve dostluklar biriktirdim televizyonculuk
yıllarımda ama oyuncu egom nihayetinde öyle bir ağırlığını hissettirdi ki
bundan sonra kamera arkasında kalmaya devam edersem mutsuz olacağımı anladım. O
süreçte de, aynı zihin ve aynı kalemle hareket ediyordum, hiçbir zaman yazar ya
da oyuncu yanımı rafa kaldırmamıştım. Kendimi hiçbir zaman sadece bir
televizyon programı yapımcısı olarak hissetmedim, hissedemedim. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: small;">
</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-size: 16pt;"><span style="color: orange;">Öykülerinizde çok rafine bir dil var. Elbette
eğitimleriniz ve varoluşunuzdan damlıyor bu dil. Romanda, şiirde sanki daha çok
yer ve fırsat varken öykü, bize hiç hareket alanı bırakmıyor nedense. Ve buna
rağmen çok hafife alınıyor bu tür...<o:p></o:p></span></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: small;">
</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-size: 16pt;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 16pt;">Öykü
çok daha öznel bir alan. Yalnız yazar için değil okuyucu için de. Romanda geniş
geniş ifade etme, olay örgüsünün peşinden sürüklenme imkânı, dolayısıyla
dediğiniz gibi hareket alanı daha fazlayken, öykü bizi kısıtlı bir alanda
hapsediyor; ancak bu kısıtlı olma hali kimileri için dezavantaj iken kimileri
için avantaj olabiliyor. Öykü yazmayı tercih edenlerin bu hali bir avantaj
olarak gördükleri aşikâr. Romanın sınırsızlığı aslında yazara sınırlılık
getirirken, öykünün sınırlılığı sınırsızlık getiriyor. Demek istediğim,
sınırsız bir özgürlük alanındansa sınırlı bir özgürlük alanı zihni ve asıl
önemlisi imgelemi daha da özgür kılabiliyor. Hafife alınmasına gelince, yalnız
ülkemizde değil tüm dünyada öykü, roman kadar ilgi görmüyor. Belki de öykünün
okuyucuyu zorlayan bir tür olmasından kaynaklıdır bu durum. Öykü, okuyucusundan
fazlasıyla katılım bekler, konsantrasyon ister, öykünün beklentisi yüksektir;
roman gibi bir başlangıcı ve sonu olmayabilir öykünün; okuyucuyu belirli bir
zaman dilimine kilitleyebilir; hatta tek bir anda dondurabilir zamanı. O tek
bir anda ifade edilmesi gereken ne varsa, imgeler, sesler, kokular, yüzler,
renkler, hepsini birkaç sayfada aktarabilir. Hani bazen, küçücük bir an,
koskoca bir hayat gibi gelir ya bize, işte öykü de, o küçücük anları anlatır;
hayatınızda<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>aslında çok büyük anlamlar
içeren o küçük anlar ne kadar çoksa (ya da siz o anların ne kadar farkında
oluyorsanız) <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>öyküye o kadar meyilli bir
okursunuz demektir. Bu bağlamda, öykünün, romandan daha çok çaba gerektiren,
daha çok özen ve nezaket isteyen bir tür olduğunu düşünüyorum. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Bazıları niyeyse
öyküyü romandan önce geçilmesi gereken bir dönem, romana giden yolda bir
basamak olarak görür; oysa ben, öykünün, başlı başına bir dünya olduğunu ve bir
yazarın öyküyle başlayıp yaşamının sonuna kadar öykü yazabileceğini savunuyorum.
Göçüp gitmiş ya da halen yaşamakta olan birçok öykücüyle de bu noktada hemfikir
olduğumu biliyorum. Tomris Uyar, öyküde bir “aydınlanma ânı” olduğundan söz
eder. Kanımca, bizi öykü yazmaya sürükleyen şey de o ‘aydınlanma ânı’ zaten.
Roman için daha uzun bir hazırlık süreci gerekirken, öykü için o ‘aydınlanma
ânı’nı beklemek gerekiyor. Klasik müzikten yardım alarak bir benzetme yapacak
olursam, benim için roman senfoni, öykü konçerto, şiir ise sonattır. Hiçbiri,
bir diğerinden daha az değerli ya da değersiz değildir.<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><o:p></o:p></b></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: small;">
</span><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-size: 16pt;"></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;"><span style="color: orange;"><strong>Öyküleriniz uzun bir dönemin eseri ve
sanırım sık yazan bir yazar değilsiniz, ama okurlarınız için yeniden okunacak
kitaplar yazdınız ve yazacaksınız. Edebiyatta ilkesel olarak nasıl bir duruş
olmalı sizce?<o:p></o:p></strong></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: small;">
</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-indent: 35.4pt;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-size: 16pt;"><o:p> </o:p></span></b><span style="font-size: 16pt;">Yazı
ne zaman kapıma geldiyse ben onu o zaman içeri aldım. Masa başına oturup
saatlerce beklemedim onu hiç; kendimi zorlamadım. Kalemimin, kağıdın üzerinde
boş boş gezindiği de oldu, karşı konulmaz bir gücün etkisinde koştura koştura
yazdığı da. (Büyük olasılıkla kalem ve kağıt imgeleri, yazma eylemini
bilgisayar klavyesiyle sınırlandıran bir nesil için fazlasıyla uzak
gelecektir.) Kimi zaman, gecenin bir vakti, tam başımı yastığa koyduğum sırada
beni dürtükleyip elime küçük not defterimi tutuşturdu; kimi zaman derin bir
uykudan uyandırıp bilgisayar başına oturttu. Utanması sıkılması yoktur yazının;
kendini kabul ettirmesini, sözünü dinletmesini bilir. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Ancak
belki de ben onu zorla göreve çağırmadığım, uykusundan uyandırmadığım için
dizginler daha çok onun elinde; onun keyfine göre işliyor zaman. O ne zaman
isterse o zaman bir araya geliyoruz. İşte bu yüzden sözünü ettiğiniz sonuç
ortaya çıkıyor; sık yazmıyorum diyemesem de düzenli bir şekilde yazmadığımı
itiraf edebilirim. Bu da, yazıyla aramızda belli bir anlaşma olmamasından
kaynaklanıyor; o canı istediğinde ziyarete geliyor, ben de onu kabul ediyorum.
Bazen çok uzun bir süre misafir kalıyor bende ve ben işte o süreçlerde deli
gibi üretiyorum, bazen de bir göz kırpması kadar kısa bir süreliğine uğrayıp
kaçıyor. Kısacası bana emrivaki yaptığı zamanlarda ben onun emrine amade
oluyorum. Arayı uzattığı dönemler olsa da, yazının asla beni terk etmeyeceğini
biliyorum, dolayısıyla evet, yeni öyküler, yeni kitaplar da gelecektir elbette.
Ama ne zaman, bunu size söyleyemem çünkü ben bile bilmiyorum! <b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><o:p></o:p></b></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: small;">
</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Edebiyatta
ilkesel olarak nasıl bir duruş olmalı<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"> </b>sorunuza
ise şöyle bir yanıt verebilirim, bana kalırsa edebiyat zorlamayla,
ısmarlamayla, okuyucu profili ya da piyasa düşünülerek hayata geçirilecek bir
olgu değil; edebiyat, yatağını kendi belirleyen ve istediği yöne özgürce akan
bir nehir; nehrin yatağını değiştirmeye, onu yönlendirmeye çalışırsanız,
güzelliğinden ve özgünlüğünden çok şey kaybeder. Günümüzde ‘edebiyat’ adı
altında maalesef sadece piyasa koşulları, genel eğilimler ve moda deyimle
‘trendler’ hesaplanarak üretilen eserlerle çok sık karşılaşıyoruz. Bence bir
yazar, hiçbir kişi, hiçbir akım, hiçbir kitle gözetmeksizin, kaleminden
döküldüğü gibi yazmalı. “Şurasını şöyle yazarsam daha çok okunur...”, “Burasını
böyle yazarsam daha çok satar” dediği anda, orada edebiyattan söz etmenin
anlamı kalmamıştır artık. Yazarın asıl arayışı, okurun ruhuna ulaşmak, yüreğine
dokunmak, belleğine sızabilmek olmalı. Okuru tek bir kişi bile olsa. Düşünün
ki, değil internet, değil televizyon, telefonun bile henüz icat edilmediği,
hatta elektriğin var olmadığı yüzyıllarda yaratılan eserleri bugün ‘başyapıt’
olarak kabul ediyoruz; bu da demek oluyor ki, ancak her türlü ticari kaygıdan
uzak olduğu zaman edebiyat yüksek bir düzeye ulaşabilir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: small;">
</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-size: 16pt;"><span style="color: orange;">Göz Müptelası ile birlikte bir şiir kitabı daha
geldi, biliyoruz. Ondan söz eder misiniz?<o:p></o:p></span></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: small;">
</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-size: 16pt;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 16pt;">Bir
önceki sorunuza verdiğim yanıtta da belirttiğim gibi, yazı ne zaman kapıma
geldiyse onu içeri davet ettim. Yazı kimi zaman öykü biçiminde ziyaret etti
beni kimi zaman şiir biçiminde. Ne zaman geleceğini öngöremediğim gibi nasıl ve
hangi kılıkta geleceğini de bilemedim çoğunlukla. Uzunca bir süre, yazı sadece
şiir biçiminde yokladı beni, bu şiirler o dönemin ürünü. Daha sonraları,
nedendir bilmiyorum, şiir kılığında karşıma çıkmaktan sıkılmış olacak ki öyküye
dönüşüp çaldı kapımı sık sık. Sanırım şiirden öykü, öyküden şiir devşirmemi de
sevdi ve bana oyunlar oynadı zaman zaman. Tam “tamam artık, bir daha şiir
yazdırmaz bana” dediğim bir anda, yine sürpriz yapıp şiir biçimine bürünmüş bir
halde çıktı karşıma. Ben yazıyı her haliyle kabul ettim; hiçbir kılığını bir
diğerinden az - ya da fazla – sevmedim. Ama insan, bir şeyleri kategorize
etmekten ve benzer ögeleri bir arada toplamaktan hoşlanan bir varlık, bu yüzden
de öyküler öykü sepetine, şiirler şiir sepetine atılıyor ve öykü ayrı bir tür, şiir
ayrı bir tür olarak kabul ediliyor. Oysa benim için, şiirle öykü kardeşten de
öte.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: small;">
</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-size: 16pt;"><span style="color: orange;">Tiyatro ve diğer ilgi-meslek alanlarınızda eserler
bırakmayı düşünüyor musunuz? <o:p></o:p></span></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: small;">
</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-size: 16pt;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 16pt;">Tiyatro
benim hayatımda hiç eksik olmadı; ‘az’ olduğu dönemler oldu ama ‘eksik’ hiç
olmadı. Belki de tiyatrocu bir ailenin içine doğmuş olmaktan kaynaklı bir
içgüdüsel çekimdir benimki. Tiyatro ve edebiyatı birbirinden ayırmam mümkün
değil. Tek fark, yazı, demin de sözünü ettiğim gibi ne zaman uğrayacağı belli
olmayan bir esin iken, tiyatro uğruna savaş verilmesi gereken bir sevgili gibi.
Edebiyat, siz onu istemeseniz de yakanızı bırakmıyor; oysa ki tiyatro ancak siz
onu deli gibi istediğinizde, onun için mücadele ettiğinizde ve peşinden
koştuğunuzda size yakınlık gösteriyor. İtiraf etmeliyim ki bu zor sevgiliye
uzunca bir süre ilgi göster(e)medim, o da benden yüz çevirdi. Şimdilerde onu
delicesine özlüyorum ve tekrar kalbini kazanmak için ne gerekirse yapmaya
hazırım. Tiyatrodan uzak geçirdiğim yılları yarım nefes aldığım yıllar olarak
kabul ediyorum. Nefesimi tam alabilmem için tiyatroya dönmem şart.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: small;">
</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Çeviriden
söz edecek olursak, çeviri asla tiyatro gibi bir sevda olmadı benim için, ancak
yapmaktan her zaman zevk duydum; bunun da yine edebiyatla, yazıyla, dolayısıyla
kelimelerle olan ilişkimden kaynaklandığını düşünüyorum. Bir başka yazarın
kendi dilinde yazdıklarını dilimize aktarırken de edebiyat tadı aldığımı inkâr
edemem. Bu noktada değişen sadece roller; yazarlık gömleğim üzerimdeyken, yaratıcı
ben oluyorum, çevirmenlik gömleğim üzerimdeyken ise bir başka yaratıcının
yaratısını ileten, dönüştüren kişi oluyorum. Edebiyat seçilmiş bir iş değil –iş
demek de tuhaf geliyor ya!- bir esin, bir sunu, bir vahiy; oysa ki çeviri,
saatlerinizi harcamanız gereken, hareket alanı, çevireceğiniz metinle sınırlı
olan bir iş. Yeri gelmişken şunu da belirtmek isterim, çeviri müthiş bir beyin
gücü, konsantrasyon ve adanmışlık gerektiriyor ve maalesef ülkemizde bunun
karşılığı yok; çevirmenler büyük emekler harcayıp çevirdikleri ürünlerden ne
yazık ki son derece düşük ücretler alıyorlar. Çevirinin, yaşamını sürdürebilmek
için seçilmiş bir iş olduğu gerçeğini göz önüne alacak olursak, edebiyattakinin
aksine, maddi kazanç beklentisinin daha yüksek olmasını yadırgamamamız
gerekmektedir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: small;">
</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Sonuç
olarak, tiyatro ve edebiyat vazgeçilmezlerim; çeviri ise zaman zaman el attığım
bir alan sadece. Hayatımın geri kalanında tiyatroda daha çok var olmayı,
yazının da beni daha sık ziyaret etmesini diliyorum. Çeviriyi bıraktım anlamına
gelmesin bu; aklıma yatan, dilimize aktarmaktan keyif alacağım bir metin olursa
yine çevirmenlik gömleğimi zevkle giyerim üstüme. Aslında uzun zamandır, bir
tiyatro oyunu çevirme fikri dolanıyor kafamda. Başka bir hayalim ise, kendi
çevirdiğim bir oyunda rol almak. Gerçekleşir mi gerçekleşmez mi bilemiyorum ama
düşüncesi bile heyecanlandırıyor beni.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: small;">
</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;"><o:p> </o:p></span><a href="http://shop.kafekitap.com/Content/7/blog">http://shop.kafekitap.com/Content/7/blog</a></div>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/09783737122656853021noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-7062913202231585590.post-26283312185592638642012-07-17T15:47:00.000-07:002012-07-17T15:47:23.286-07:00ÖYKÜ CESETLERİ<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjM8rlMbrZ_7XaFSzt0ta4pl1niruM0ZyObLUkIUY4FbQNLsXWsGRgab7ENRgrH_k9MLYZgXz2uusoGBEGxvbtyAeh8TNuLCDTw0Y7PdLKznA6_E3dc0B9VCLHBWCpKNroCHecAgPYy0cM/s1600/bonnard+(young+woman+writing).jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="241" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjM8rlMbrZ_7XaFSzt0ta4pl1niruM0ZyObLUkIUY4FbQNLsXWsGRgab7ENRgrH_k9MLYZgXz2uusoGBEGxvbtyAeh8TNuLCDTw0Y7PdLKznA6_E3dc0B9VCLHBWCpKNroCHecAgPYy0cM/s320/bonnard+(young+woman+writing).jpg" width="320" /></a></div>
<br />
Yarım bırakılmış, tamamlanamadan ölmüş öykü cesetleriyle dolu ev... <br />
<div style="text-align: left;">
<br />Her uyandığımda, yataktan sarkıttığım ayaklarıma yapışıyor içlerinden biri. Ondan kurtulsam, attığım diğer adımda bir başkasına takılıyorum. Bir odadan ötekine geçişte, koridor boyunca yerlerde, hatta evin tüm duvarlarında bana varlığını / yokluğunu / bitmemişliğini hatırlatmaya çalışan bir öykü cesediyle karşılaşıyorum. </div>
<div style="text-align: left;">
<br />Öyle büyük bir abluka altındayım ki, bu zombilerden kurtulmanın tek yolu, yepyeni öyküler doğurmak ve yaşamalarına izin vermek. Belki ancak o zaman, bitirmeyerek ölümlerine neden olduğum, katlettiğim o öykücükler öfkeli ruhlarından kurtulup arınır ve reenkarne olup kitap sayfalarını doldurur.... </div>
<div style="text-align: left;">
<br />Evet, zaman, yeni öyküler doğurma zamanı...</div>
<div style="text-align: left;">
<br />Zaman, beni rahatsız eden, vicdanıma dokunan öykü cesetlerinden kurtulup yenilerine yaşam verme zamanı...</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/09783737122656853021noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-7062913202231585590.post-59401402586943730392012-07-04T12:02:00.004-07:002012-07-04T12:02:38.503-07:00GÖZ MÜPTELASI<br />
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgYs0Ur8npxc-mu0dEU9ZSK7V_u-Pwar-c_clTP6fGpy1LwyjeNzyxRWkDIlH0kL_8rrxS0tLOhvad2MAUv5VihJ8eGOX6_0h0xlPixXc5BzvEB7pzV8aHTAH5aMUCqfjai8NFwuFnP1ao/s1600/g%C3%B6z+m%C3%BCptelas%C4%B1+kapak.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgYs0Ur8npxc-mu0dEU9ZSK7V_u-Pwar-c_clTP6fGpy1LwyjeNzyxRWkDIlH0kL_8rrxS0tLOhvad2MAUv5VihJ8eGOX6_0h0xlPixXc5BzvEB7pzV8aHTAH5aMUCqfjai8NFwuFnP1ao/s320/g%C3%B6z+m%C3%BCptelas%C4%B1+kapak.jpg" width="219" /></a><br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="mso-spacerun: yes;"><span style="font-size: large;"></span></span></div>
<span style="mso-spacerun: yes;"><span style="font-size: large;"><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-size: large;">Bir göz müptelasıydı o. Karşısına çıkan her bir göze, hep en baştan, </span><span style="font-size: large;">yeniden, ilk kez ve son kez bakıyordu. Bir gözde en fazla bir bulut geçişi </span><span style="font-size: large;">kalıyor, yağmur yağınca kaçıp gidiyordu.. Yağmur yağana dek, gözün tek </span><span style="font-size: large;">baktığı olmayı biliyor, o gözün arkasını görüyor, ötesine geçiyor, ama o göz, </span><span style="font-size: large;">teninden içeri girmesin, rengi kalbine akmasın diye yol yakınken kaçıyordu. </span><span style="font-size: large;">Konakladığı her gözde kendinden bir iz, bir söz, bir giz bırakıyordu. Dönüp </span><span style="font-size: large;">ardına bakmadan çekip giderken, o gözlerden süzülüp peşine düşen damlalar </span><span style="font-size: large;">ayaklarına dolanıyordu. Pabuçlarına bulaşan yaşları sürüklü-yordu çoğu kez </span><span style="font-size: large;">evine; gözyaşları nasıl da yapışkan, nasıl da yoğun ve ağırdı.</span><span style="mso-spacerun: yes;"> <span style="font-size: large;">(...)</span></span><span style="mso-spacerun: yes;"><span style="font-size: large;"></span></span><br />
<span style="mso-spacerun: yes;"><span style="font-size: large;"><a href="http://shop.kafekitap.com/Product/214/goz-muptelasi">http://shop.kafekitap.com/Product/214/goz-muptelasi</a></span></span></div>
</span><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
</div>
</span><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
</div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<strong></strong></div>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/09783737122656853021noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7062913202231585590.post-14442187316320266812012-05-11T14:49:00.001-07:002012-05-11T14:49:24.053-07:00BENSİZ<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Siz burada durduğuma bakmayın… </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Ne kadar soru sorsam da cevap vermeyin… </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Yüzünüzü dönün duvara, sırtınızı bana… </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Reddedin beni, görmezden gelin. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Elimde hiçbir ipucu yok…</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Hiçbir aşk, hiçbir acı, hiçbir kalp yarası saklı değil gözlerimde…</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">O romanı ben yazmadım. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">O öyküde ben oynamadım. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Ben geçmedim o şiirin içinden.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">O resimde ben poz vermedim.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Ben yakmadım yüreğinizi o filmde.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Kulağınıza kaçan o ezgi, benim sesim değil…</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Ben değildim o oyunda hep beklenen ve gelmeyen…</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Kim kanattı bilmiyorum sevdanızı…</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Kim susturdu çığlığınızı…</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Etinize işleyen ben değildim, bakışınıza sıçrayan…</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Ben saklanmadım o kumaşın kıvrımına…</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Ben düşmedim o çiçeğin yaprağına…</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Gözlerinizden damlayan ben değildim…</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Ben değildim öldüren…</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Ben değildim ölen…</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Aynada size gülümseyen ben değildim…</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Siz karşınızda durduğuma bakmayın…</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Ben değilim sizi gören…</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 14pt;">Gökçe Tuncer</span></div>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/09783737122656853021noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-7062913202231585590.post-31730045368688002702012-03-25T14:04:00.000-07:002012-03-25T15:11:42.356-07:00İP<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiz6xXPT6qURhMysf8k89EwUVeoK6tv8SgPqeVpBpjaY2p9iG-SzRt9UB_iLj2CMLzzn1zRuubrv3gYyAIVf6Aim3imF9U1cK9qqd-iEMpwdAtbObtkKRGccjdSfCF5MZ0dsabTBrxZrIU/s1600/magritte_1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img aea="true" border="0" height="232" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiz6xXPT6qURhMysf8k89EwUVeoK6tv8SgPqeVpBpjaY2p9iG-SzRt9UB_iLj2CMLzzn1zRuubrv3gYyAIVf6Aim3imF9U1cK9qqd-iEMpwdAtbObtkKRGccjdSfCF5MZ0dsabTBrxZrIU/s320/magritte_1.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">İki insanın, havadaki görünmez bir ipe tutunup, karşılıklı olarak ipi bir çekip bir bıraktığı, kalabalığın ortasında iki baş, iki gövde, iki yürek kaldığı, o dondurulmuş anlardan biriydi... </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Gözlerin ne renk” diye sordu güzel yüzlü genç adam... </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Ne güzel gülümsüyorsun” dedi sonra yeşil gözlü genç kadın...</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Sen hâla mektup yazan o son romantiklerdensin değil mi” diye ipe asıldı adam...</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Senin gibi sevdalandığı kadına yaban çiçekleri toplayıp getiren erkekler pek yok artık” diye ipi kendine çekti kadın... </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Biliyorum, ‘Kürk Mantolu Madonna’yı” defalarca okudun...” dedi adam, ipi gevşetirken... </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Güvercinlere neden vurgun olduğunu saklayamazsın benden” diye çapkın çapkın güldü kadın... </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Nereden anladın Cemal Süreya sevdiğimi?” dedi adam, belli belirsiz göz kırparak... </span><br />
</div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Boynunda taşıdığın ‘Y’ harfini görmedim sanma” derken ipin ucunu kaçırdı genç kadın...</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Hani o en sevdiğin piyano konçertosu vardı ya?” demesiyle ipin ucunu<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>yakalaması bir oldu genç adamın... </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Ne zaman Mozart dinlesem sen geliyorsun aklıma” diye itiraf etti kadın... </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Kollarımda uyanacak mısın yine?” diye fısıldadı adam... </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Hiçbir erkek bana böyle kahvaltı hazırlamadı” diyerek kedi gibi mırıldandı kadın... </span><br />
</div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Bu koltuk benim maç izleme koltuğum olsun mu birtanem?” diye esneyerek ipi çekti adam... </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Hani beni annenlerle tanıştıracaktın” derken sendeleyerek ipe tutundu kadın...</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Bir kere o film öyle bitmemeliydi!” diye haykırdı adam...</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Hatırlıyor musun, hani bir film vardı ben hep adını unuturdum” dedi kadın, gözleri uzaklara daldı...</span><br />
<br />
<span style="font-size: 16pt;">İp yavaş yavaş, sakin sakin, sessiz sessiz kısalıyordu... </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Sokakta her gün kedilerle konuşuyor musun hâlâ?” diye alay edercesine sordu adam... </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Bir türlü öğrenemedin hangi rengi sevdiğimi” diye sitem etti kadın... </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Anneme giderken daha usturuplu bir şey giy dememiş miydim ben sana” dedi adam... </span><br />
<br />
<span style="font-size: 16pt;">İp incelmeye başladı... </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Niye bana artık eskisi gibi güzel sözler söylemiyorsun” derken yüzünü astı kadın... </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Bıktım senin şu herkese mektup yazma sevdandan” diye sesini yükseltti adam... </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Mozart’tan başka besteci mi kalmadı? Her gün, her gün, yeter be!” diye bağırdı kadın, yanakları al al... </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Senin şiirden miirden anladığın yok, hava cıva!” deyip ipi iyice kendine çekti adam... </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Koskoca Atıf Yılmaz sana mı soracaktı filmin sonunu nasıl getireceğini? Ukala!” diye ipi öfkeyle salladı kadın... </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Hıh! Yeşilmiş! Neresi yeşil senin gözlerinin anlamadım, basbayağı ela işte!” dedi adam küçümser bir tavırla, ip kısaldı... </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Sen kiiiim bana çiçek almak kim!” dedi kadın burnundan soluyarak, ip inceldi...</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Bir zamanlar gülümsememe bayılırdın, şimdi başka erkeklere bayılıyorsun bakıyorum!” dedi adam, çirkinleşti yüzü... </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Senden başka kim anlayacaksa o boynuna taktığın Y harfini?” diye söylendi kadın, çirkinleşti gözleri... ip kısaldı, ip inceldi...</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Yeter artık, bıktım her şeyimi eleştirmenden” diye kükredi adam... </span><br />
<br />
<span style="font-size: 16pt;">“Git anneciğinin evine, güle güle, haydi yallaah!” diye böğürdü kadın....</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">İp kısaldı, ip inceldi, ip koptu...</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/09783737122656853021noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-7062913202231585590.post-11405896517494030992012-03-13T12:57:00.000-07:002012-03-13T12:57:15.350-07:00SİVAS'TA YAKILAN TENLERDİR, CANLAR DEĞİL!<span style="font-size: large;"> <div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: large;">Geçmiş ne zaman 'geçmiş' olur? Geçtiği zaman mı kaldığı zaman mı? </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: large;">Sivas katliamı bizler için 'geçmiş zaman' değildir; hiçbir zaman unutulmayacak, affedilmeyecek, üzeri örtülemeyecek bir 'geniş zaman' kipidir olsa olsa...</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<span style="font-size: large;"><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: large;">Yunus Emre der ki: "Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil!"</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
Sivas'ta tenler yakılmıştır, canlar değil...</div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: large;"></span><br />
</div>
<div class="separator" style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none; clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgKQARjoPE4O7CHaeve9NuJ1xI7J3GDcEC97g2LVAfBbCIWwQ5onkWd9KGH960PGktS4Cxd90S23wWO8dfj6tG4l4NdxD_7Y9xdNUDxVPfkfQ1EKhuHuh8xi1FSLGcnvR5JVixa4m57NgU/s1600/metin+alt%25C4%25B1ok.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img aea="true" border="0" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgKQARjoPE4O7CHaeve9NuJ1xI7J3GDcEC97g2LVAfBbCIWwQ5onkWd9KGH960PGktS4Cxd90S23wWO8dfj6tG4l4NdxD_7Y9xdNUDxVPfkfQ1EKhuHuh8xi1FSLGcnvR5JVixa4m57NgU/s200/metin+alt%25C4%25B1ok.jpg" width="150" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjZ-OAopKbwL51g1k9lltKNsHmPrfHo0vGeiX0IrU1V1hp_WX7X5j4FLJcrrKKywQ191oBq4gx8NhZ6_0bKtHP_twLBvQuKOde1UY9XXizpjxRRDKKm_F48weTaojPhDDrU9AkQOMCUzHc/s1600/behcet+aysan.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; cssfloat: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img aea="true" border="0" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjZ-OAopKbwL51g1k9lltKNsHmPrfHo0vGeiX0IrU1V1hp_WX7X5j4FLJcrrKKywQ191oBq4gx8NhZ6_0bKtHP_twLBvQuKOde1UY9XXizpjxRRDKKm_F48weTaojPhDDrU9AkQOMCUzHc/s200/behcet+aysan.jpg" width="150" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJ5Op2QiyKYZ4bstCrD89qU-VdFaFZ4en9AJOECYb7HSbrXnQ85SN3S1k0oyJ3Q_8ETS7C-EoVm8Ac1TkE_s8ZrH2rrk82-EDPbInlNCU5SJqAqswWsvTqkO9sqwnPHsHRUKIixcJ_KkQ/s1600/ASIM-BEZIRCI-.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img aea="true" border="0" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJ5Op2QiyKYZ4bstCrD89qU-VdFaFZ4en9AJOECYb7HSbrXnQ85SN3S1k0oyJ3Q_8ETS7C-EoVm8Ac1TkE_s8ZrH2rrk82-EDPbInlNCU5SJqAqswWsvTqkO9sqwnPHsHRUKIixcJ_KkQ/s200/ASIM-BEZIRCI-.jpg" width="175" /></a></div>
</span></span>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/09783737122656853021noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-7062913202231585590.post-91055704085377654272012-03-12T15:21:00.000-07:002012-03-12T15:21:02.364-07:00SÖYLENMEMİŞ SÖZ VAR MI?<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-indent: 35.4pt;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-size: 16pt;">Dünya üzerinde söylenmemiş hiçbir söz kalmadı belki de... Olsun, sen yine de söyle; belki sen, senden önce söyleyen herkesten daha farklı söylersin.</span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Söylenebilecek her şey benden önce söylendi zaten diye düşünürken hâlâ bir şeyler söylemeye, yazmaya çalışmak neden? Belki de söylenmiş her şey, her birey tarafından yepyeni bir sözle yeniden üretilmeyi hak ediyor. Hak mı? Belki de talep ediyor. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-indent: 35.4pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Yaşadığımız sürece her sabah her sabah kalkıp, hep aynı şeyleri yapmıyor muyuz? Her gün lavaboda ellerimizi yıkayıp, her gün dişlerimizi fırçalayıp, her gün aynı buzdolabından aldığımız kahvaltılıkları her gün aynı tabaklara koyup yemiyor muyuz? Öyleyse, söylenmiş bir sözü, bir de benim söylemem, biraz farklı sözcüklerle ifade edebiliyorsam, neden yasak olsun? Peki ya söylenmiş veya yazılmış bir sözün, söylendiğini ve yazıldığını bilmiyorsam? Ya ilk kez ben söylüyorsam –sonuçta benden önce söylenmiş halini duymadıysam ya da okumadıysam, benzer bir durumu benzer sözlerle aktardığımda, öncekini bilmediğim için, kendi içimde, bu sözleri ilk söyleyenin ben olduğumu sanmam saçma olmaz- suçlu, ya da “kopyacı” sayılamam öyle değil mi? Bu sözleri ilk kez ben söyledim sanıyorsam, tamamen iyi niyetli, suçsuz ve masum olmaz mıyım? Peki hangi güç, dünya üzerindeki onlarca, yüzlerce, binlerce hatta belki de milyonlarca insanın, benzer duygulanımları, kendi dillerinde benzer sözcüklerle aktarmasına engel olabilir? </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/09783737122656853021noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7062913202231585590.post-83192289143869067572012-02-19T20:32:00.002-08:002012-02-19T20:32:57.599-08:00DÜŞLEYİP YAZARKEN BANA 'BEN' BİLE KARIŞAMAZ!<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEixKpUW1b1woCEcIX-3RRVA7-c8s89VSVoCoIPh4BpAr9MtpWNP_HcLpvh7fQksQ0j1rBYONSxH4VhE1eEcVMvUCy7K-KkI8XujOtRsiTrOEHjfC3ysvv7wMx1MRg3g1XaD5BvNrLUs0nk/s1600/Anais_Nin.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEixKpUW1b1woCEcIX-3RRVA7-c8s89VSVoCoIPh4BpAr9MtpWNP_HcLpvh7fQksQ0j1rBYONSxH4VhE1eEcVMvUCy7K-KkI8XujOtRsiTrOEHjfC3ysvv7wMx1MRg3g1XaD5BvNrLUs0nk/s320/Anais_Nin.jpg" width="211" yda="true" /></a></div>
<h5 style="margin: auto 0cm;">
<span style="color: white;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 16pt; mso-ansi-language: EN-US;"></span></i></span><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 16pt; mso-ansi-language: EN-US;"><span style="color: white;">“Niçin yazıyorsunuz?” sorusu bana çok soruldu, yine de cevabı henüz tam bilmiyorum. Bu soruyu kendime de sık sık sorarım. Galiba insan en çok yaşamak isteyebileceği bir dünya yaratmak için yazar. Bugüne dek bana sunulan hiçbir dünyayı yaşanabilir bulmadım; annemle babamın dünyasını, savaşanların dünyasını, politikacıların dünyasını, hiçbirini… Sonunda kendime ait bir dünya yarattım. Hükmedebileceğim toprakları, kendimi defalarca yok edip yeniden yaratabileceğim bir iklimi olan, atmosferinde nefes alabileceğim bir dünya…” </span></span></i></h5>
<h5 style="margin: auto 0cm auto 283.2pt; text-indent: 35.4pt;">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 16pt; mso-ansi-language: EN-US;"><span style="color: white;"><span style="color: white;">Anais</span> Nin</span></span></i></h5>
<h5 style="margin: auto 0cm auto 283.2pt; text-indent: 35.4pt;">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 16pt; mso-ansi-language: EN-US;"></span></i></h5>
<h5 style="margin: auto 0cm; text-indent: 35.4pt;">
<span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 16pt; mso-ansi-language: EN-US;"><span style="color: white;">Bugün kendime yeni bir dünya yaratmak için uyandım, yazmaya başladım. Sabah erken kalktım, etrafıma baktım, içinde bulunduğum dünya ne kadar sıkıcıymış anladım; bomboş bembeyaz dümdüz bir sayfa aldım önüme ve içinde yaşamak, var olmak, nefes almak, ben olmak isteyebileceğim bir dünya kurgulamaya başladım… </span></span></h5>
<h5 style="margin: auto 0cm; text-indent: 35.4pt;">
<span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 16pt; mso-ansi-language: EN-US;"><span style="color: white;">Tek ben vardım önce bu dünyada, yaratıcısı ben olduğuma göre, kendimi göremesem de, ‘görünmez’ varlığım ilk ögesiydi bu yepyeni dünyanın. Belki ‘görünür’ de kılabilirdim kendimi, bilmiyorum; öylesi mümkün mü ki? </span></span></h5>
<h5 style="margin: auto 0cm; text-indent: 35.4pt;">
<span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 16pt; mso-ansi-language: EN-US;"><span style="color: white;">İnsan rüyalarında kendini görebilir mi? Kendini bir takım olaylar içinde görür, rüyanın içinde birlikte rol aldığı kişileri, bir başka deyişle, diğer oyuncuları görür, ama kendini göremez; ya da bir anımızı hatırladığımızda, o anının baş kişisi biz olsak da, zihin sinemamızda kendi suretimizi görmeyiz, olan biteni kendi gözümüzden görürüz, o anda bizimle olan, bizimle konuşan, bizimle sevişen, bizimle kavga eden diğer kişileri görürüz, ama kendimizi göremeyiz! Oysa filmlerde hep yanlış yansıtılır bu; rol kişisi, bir anda geçmişten bir şeyler hatırlar - yakın ya da uzak geçmişten- o anı hatırlarken, biz, kişinin kendisini de, hatırladığı o anın içinde ete kemiğe bürünmüş olarak görürüz. Ne zaman bir filmde böyle bir durumla karşılaşsam, bunun, izleyiciyi dış göz olarak gören, kişiyi de bize suretiyle gösteren geleneksel sinema mantığı yüzünden olması gerektiğini düşünürüm. Evet, her seferinde, bıkmadan usanmadan, belki birçoğunuza ‘saçma’ gelen bu düşünceler takla atmaya başlar beynimde. </span></span></h5>
<h5 style="margin: auto 0cm; text-indent: 35.4pt;">
<span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 16pt; mso-ansi-language: EN-US;"><span style="color: white;">Bir anı hatırlarken, ya da bir rüyanın içinde yuvarlanıp giderken kendi suretimizi göremediğimizi bildiğimiz halde, sinema bize aslında doğrusu böyleymiş gibi bir illüzyon sunar. İşte aynen böyle, ben şimdi bu yeni yaratmakta olduğum taslak halindeki dünyanın içinde kendimi göremesem de, siz okuyucular (ya da izleyiciler) beni, kendi zihninizde şekillendirdiğiniz ‘benim dünyamda’ hayal edebilirsiniz elbette, bunda bir sorun yok, özgürsünüz. Hepiniz beni bir başka bedende, başka giyside, başka dekorda görmekte, hatta dilerseniz beni hiç bilmediğim bir dilde konuşturmakta bile özgürsünüz. Sizi, dizginlerinden kopmuş dört nala koşan hayalgücünüzü – ki her insanınki biriciktir! – kafanızda uçuşan imgeleri durduramam. Ben ne kadar karşı çıksam da herkesin zihni, kendi kurgusunu yaratmakta özgür, henüz bunu engelleyebilen herhangi bir yasa, herhangi bir teknoloji yok; her ne kadar yasalar, bireyin zihnine zincir vurmak, düşüncelerine yasak koymak gibi bir saçmalığı uygulamaya çalışsalar da bu ‘de facto’ olarak gerçekleşmesi pek mümkün olmayacak bir kavram. </span></span></h5>
<h5 style="margin: auto 0cm; text-indent: 35.4pt;">
<span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 16pt; mso-ansi-language: EN-US;"><span style="color: white;">Psikiyatrinin kimi hastalıklarda kullandığı, beyin kimyasallarını değiştirmek suretiyle düşünceleri, ya da zihinsel eylemleri dönüştüren, yönlendiren, bastıran bazı ilaçların, sözünü ettiğim sonuca ulaşabildiğini iddia edenler çıkacaktır kuşkusuz aranızdan; ancak iyi düşünürseniz, burada da aslında ‘değiştirmek’ten, ‘yönlendirmek’ten - ya da lobotomi söz konusuysa eğer- ‘içini boşaltmak’tan öteye gidilemeyeceğini fark edersiniz. Kimileriniz de hipnozdan bahsedecektir. Oysa ben kendi harikalar diyârımdaki <place w:st="on"><city w:st="on">Alice</city></place> olmaktan bahsediyorum. (Kafası karışanlar Lewis Carroll’ın ölümsüz eserini yeniden okumayı deneyebilirler. ) </span></span></h5>
<h5 style="margin: auto 0cm; text-indent: 35.4pt;">
<span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 16pt; mso-ansi-language: EN-US;"><span style="color: white;">İçinde kendi suretimi göremediğim taslak halindeki dünyamın elbette ki ilk hâkimi benim; madem ki yaratıcısı benim, başka türlüsü söz konusu olamaz. Ben Tanrı’sıyım, Tanrıçası’yım, Zeus’uyum, Kibele’siyim bu yepyeni dünyanın. İstediğim kişiyi, ya da kişileri oynatmakta özgürüm kendi filmimde; mekânlarım reel, irreel, hiper-reel ya da sürreel olabilir. Kişilerim insan, insansı, insandışı, insanötesi olabilir. Cinsiyet denen kavram olabilir de, olmayabilir de; ben istersem kişilerim kadın, erkek, kadın-ötesi, erkek-ötesi, hepsi ya da hiçbiri olabilir. (Ursula K.LeGuin’cileri duyar gibiyim!) </span></span></h5>
<h5 style="margin: auto 0cm; text-indent: 35.4pt;">
<span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 16pt; mso-ansi-language: EN-US;"><span style="color: white;">Yavaş yavaş kafamda belirmeye başlayan bu yepyeni dünyayı siyah-beyaz, renkli, renksiz, flu, net yapabilirim. Ya da hiç bilmediğim, belki de dünya üzerinde görülmemiş yepyeni renkler bulup onlarla dekore edebilirim mekanlarımı. Renkler sabit olmayabilir; zeminler ve nesneler zaman zaman renk değiştirebilir, renkliyken renksize, renksizken renkliye dönüşebilirler. </span></span></h5>
<h5 style="margin: auto 0cm; text-indent: 35.4pt;">
<span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 16pt; mso-ansi-language: EN-US;"><span style="color: white;">Rüya ülkemdeki iletişim, bizim bildiğimiz anlamda olmaz belki, canım isterse aklımın ucundan bile geçmeyecek bir sistemi aklıma getirebilirim. Konuşmak olmaz da düşünmek olur, düşünerek konuşur rol kişilerim; ya da dokunarak anlaşırlar sese ve söze gerek duymadan. Dokunmak bizim dünyamızdakinden bambaşka bir anlam içerir o zaman. Yasak, günah, ayıp gibi kavramlar olmaz. İstersem suç diye bir şey de göndermem bu yeni dünyaya; suçun olmadığı yerde ceza da olmaz. </span></span></h5>
<h5 style="margin: auto 0cm; text-indent: 35.4pt;">
<span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 16pt; mso-ansi-language: EN-US;"><span style="color: white;">Bu benim filmim, benim rüyam, benim sinemam, benim dünyam…</span></span></h5>
<h5 style="margin: auto 0cm; text-indent: 35.4pt;">
<span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 16pt; mso-ansi-language: EN-US;"><span style="color: white;">Düşleyip yazarken kimse bana karışamaz! </span></span></h5>
<h5 style="margin: auto 0cm; text-indent: 35.4pt;">
<span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 16pt; mso-ansi-language: EN-US;"><span style="color: white;">Düşleyip yazarken bana ‘ben’ bile karışamaz!</span></span></h5>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="mso-tab-count: 1;"> </span></div>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/09783737122656853021noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7062913202231585590.post-90550136439045960982012-02-15T18:10:00.000-08:002012-07-10T08:43:09.150-07:00SANATIN 'EDEPLİ' OLMAK GİBİ BİR ZORUNLULUĞU VAR MI?<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-indent: 35.4pt;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEinhE4YVFBLPl3QlmB5nwedr3r0ORTfi6cJW3XujqVOcf8Rtwl-G24JHqtdtu0o89KsMZWLxTlzp0O71dUFTWF76ZCxmwcuVvzGRq4qGweVo13lZzBdV76lqlhFHkInX28ffGqK_O45-pQ/s1600/g%C3%BCnl%C3%BCkm%C3%BCstehcens%C4%B1rlar.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEinhE4YVFBLPl3QlmB5nwedr3r0ORTfi6cJW3XujqVOcf8Rtwl-G24JHqtdtu0o89KsMZWLxTlzp0O71dUFTWF76ZCxmwcuVvzGRq4qGweVo13lZzBdV76lqlhFHkInX28ffGqK_O45-pQ/s320/g%C3%BCnl%C3%BCkm%C3%BCstehcens%C4%B1rlar.jpg" width="261" /></a></div>
<span style="font-size: 16pt;"><span style="font-size: small;"> </span>İskender Pala, Zaman’daki köşesinde bir yazı yazmış, okumamış olanlar ve merak edenler şu linkten yazıya ulaşabilir: </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<a href="http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1244776">http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1244776</a></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Yazıyı okuduktan sonra öfkelensem mi, gülsem mi, şaşırsam mı, isyan mı etsem bilemedim. İçine yuvarlandığım duygulardan en baskın çıkanı ise umutsuzluk oldu.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Belki de boşuna uğraşıyoruz dedim kendi kendime, boşuna debeleniyoruz bazı şeyler değişecek, iyiye gidecek diye?! Sanatın ‘içine tükürülen’, bazı sanat dallarının ‘belden aşağı’ bulunduğu bu ülkede, belki de Müslüman mahallesinde salyangoz satan adamdan bir farkımız yok.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Çok sayın yazarımız ne diyor, iyice anladık değil mi? </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="font-size: 16pt;">“Tiyatro dediğin öyle ahlaka mugayır, müstehcen, kötü, pis, kaka şeyleri sahneye taşıyamaz, hele hele ki bu tiyatro, bir de devletin ödenekli kurumlarından biriyse, bunu asla ve kat’a yapamaz!” Pek sevgili yazarın cümlelerinde, satır aralarında dile getirilmek istenen aslında tam da bu değil mi? Yoksa ben mi çok şüpheciyim?! Yoksa öküz altında buzağı mı arıyorum?<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><span style="mso-spacerun: yes;"> </span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Biliyorum, bir zamanlar pek değerli bir kültür bakanımız, baleyi, kızların ve erkeklerin yarı çıplak bir halde alt alta üst üste yuvarlandığı ‘müstehcen’ bir sanat olarak değerlendirdiğinde de; son derece saygıdeğer bir bakanımız Bizans surlarını yıkma önerisini getirdiğinde de; çok değerli bir belediye başkanımız bir heykelin içine tükürmekte sakınca görmediğinde de; yakın bir zamanda, Sayın Başbakanımız, bir başka heykeli ‘ucube’ olarak nitelendirdiğinde de ben hep şüpheci, hep takıntılı davranmıştım; boş yere suyu bulandırmıştım! Oysa tüm bunlara kafayı takmak yerine, gidip üç çocuk yapmalı, bir de üstelik onları “dindar bir neslin” neferleri olarak yetiştirmeye odaklanmalıydım. İşte o zaman çocuklarım tiyatro, bale gibi ‘pis, kaka, cısss’ şeylerle uğraşmaz, maazallah kısacık etekler giyip ponpon kız olmaya heveslenmez, adına ‘heykel’ denen ne idüğü belirsiz ‘ucubeler’ yaratmakla kafayı bozmaz, her şeyden önemlisi, tinerci olmazlardı! </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Hâlâ bir takım zihniyetler tarafından tiyatronun, sinemanın – genel anlamda sanatın – ‘edepli’, ‘genel ahlaka uygun’ (o her ne ise?!) olması gerektiğinin savunulduğu bu diyarda, sanatın değiştirici, dönüştürücü, geliştirici gücünden söz etmeye kalkmanın bir anlamı var mı?</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-size: 16pt;">Çok sevdiğim bir tiyatrocu büyüğüm, “meslek güzel de ülke yanlış” demişti bundan en az on beş yıl kadar önce; şimdi gittiği yerden buralara bakıp hepimize acı acı gülümsüyordur eminim, “Haydi çocuklar, ben kurtuldum, biraz da siz uğraşın salyangoz satmakla!” dercesine...</span></div>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/09783737122656853021noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-7062913202231585590.post-28496891240245137502012-02-14T14:59:00.000-08:002012-07-10T06:12:42.069-07:00Hiçbir Aşk Filmi Aynı Aşkı Anlatmıyor<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj8_E1lGnnjFGUmZb0e8meX6FIGCG9LCx_-FoLo28DeW9JEpJAtNrFTxMkoS2rNcdfs6CD_FWK7ZAVENkGlTPGo1Pg2sUibGqAlbuun4OQdF4PvQMcCvw4rC8lDuYR_pkC-0gI8lEyRXQs/s1600/casablanca.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="252" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj8_E1lGnnjFGUmZb0e8meX6FIGCG9LCx_-FoLo28DeW9JEpJAtNrFTxMkoS2rNcdfs6CD_FWK7ZAVENkGlTPGo1Pg2sUibGqAlbuun4OQdF4PvQMcCvw4rC8lDuYR_pkC-0gI8lEyRXQs/s320/casablanca.jpg" width="320" /></a></div>
<b><span style="color: black; font-family: "Comic Sans MS"; font-size: 16pt;"><br /><span style="color: white;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Tüm sanatların bir bileşkesi sayılabilecek sinema, en unutulmaz yapıtlarında aşkı anlatmaya, aşkı tanımlamaya, aşkı açıklamaya çalışıyor. Belki de tek bir tanımı olmadığından ve sonsuz sayıda olasılık barındırdığından, hiçbir aşk aynı olmuyor… Hiçbir aşk filmi aynı aşkı anlatmıyor… İşte size, farklı aşk hikâyelerini, aşkın farklı hallerini fikrimce en iyi anlatan unutulmaz 10 aşk filmi…<br /><br /><br /><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Tanımlanmakta belki de en çok güçlük çekilen ve tek bir tanıma indirgenemeyecek kadar göreceli bir kavram olmasına rağmen, hakkında en çok konuşulan, tartışılan, yazılan, çizilen olgu aşktır hiç şüphesiz. Kimine göre, hormonların tetiklediği sıradan bir bedensel dürtünün insanoğlu tarafından estetize edilmiş hali; kimine göre, uğruna ölünecek –yok olunacak- kadar yüce bir varoluş biçimi; kimine göre gerçekliği olmayan abartılı bir duygu durumu; kimine göre yaşadığını iliklerine kadar hissetmenin birincil yolu, kimine göre ise… eski bir yalan, Adem’le Havva’dan kalan… Ömrü boyunca aşkı tatmayanlar için varlığı her ne kadar şüphe götürür olsa da, aşk, günümüzde bilimsel araştırmalar ışığında değerlendirilebiliyor artık. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Yüzyıllar boyunca edebiyatın, müziğin ve neredeyse tüm sanat yapıtlarının vazgeçilmez nesnesi olan bu büyük muammanın, aslında beyin kimyasallarının değişimine ve hormonlara bağlı son derece doğal bir “hissediş” olduğu kanıtlandıkça, ona yüklenen sayısız anlam da geçmişteki değerini yitiriyor yavaş yavaş. Ancak bilimsel veriler, bu doğal ‘hissediş’in ‘nasıl’ gerçekleştiğini rasyonel olarak açıklayabilirken, ‘niye’ gerçekleştiğine ve en önemlisi de ilacının ne olduğuna dair bir cevap sunamıyor. Ve insanoğlu, eskisi kadar yüceltmiyor gözükse de, içinde fırtınalar koparan, hayata dört elle sarılmasını -ya da küsmesini- sağlayan bu en sahici, en uçucu, en sarsıcı ve en tuhaf ‘hastalığı’ şarkılar, romanlar, şiirler ve filmler yoluyla dile getirmeye devam ediyor, bıkmadan… Tüm sanatların bir bileşkesi sayılabilecek sinema, en unutulmaz yapıtlarında aşkı anlatmaya, aşkı tanımlamaya, aşkı açıklamaya çalışıyor. Belki de tek bir tanımı olmadığından ve sonsuz sayıda olasılık barındırdığından, hiçbir aşk aynı olmuyor… Hiçbir aşk filmi aynı aşkı anlatmıyor… İşte size, farklı aşk hikâyelerini, aşkın farklı hallerini fikrimce en iyi anlatan unutulmaz 10 aşk filmi…Ya da başka bir deyişle, aşkın en iyi anlatılmış 10 hali…<br /><br /><br /><br />1) Eternal Sunshine of the Spotless Mind (Sil Baştan) <br /><br />Muhteşem ikili Charlie Kaufman ve Michel Gondry’nin elinden çıkma 2004 yapımı ‘Eternal Sunshine of the Spotless Mind’ (Türkçesiyle ‘Sil Baştan’) gerek senaryosu gerek anlatımıyla, sinema tarihinin unutulmazları arasında yer alacak bir başyapıt olmasının yanında, bugüne kadar yapılmış tüm ağır melodramların, büyük bütçeli destansı aşk öykülerinin ve genel geçer trüklere sırtını yaslayan romantik komedilerin çok ötesinde gerçek bir aşk filmi. Naçizane değerlendirmemle, belki de gelmiş geçmiş en iyi aşk filmi! <br />Günün birinde hafızamızı temizleme imkânımız olsa ve unutmak istediğimiz tüm anıları sildirebilsek, yine de, biriktirilen güzel anıların tortusu kalır mıydı bilinçaltımızın tozlu raflarında? Gerçek aşkı bulup da zamanla onu ‘ilişki’ denen canavarın acımasız dişlilerine kaptıran biri, gün gelir de aşkına ait tüm anılarından kurtulmak isterse, yaşanan güzel anılar, kötülerine inat, su yüzüne çıkmak için mücadele verir miydi? Yoksa en güzel olan anılar, unutmayı en çok istediklerimiz miydi? Belki aşkın da bir hafızası vardı, geçirdiği travmaya karşın günün birinde geri gelme olasılığını her zaman taşıyan… Anılar silinse de izleri kalıyor, zihin unutsa da kalp unutmuyor muydu? Aşkı hep kalple ilişkilendiriyorduk, oysa bilinçaltı değil miydi aşka ait tüm verileri depolayan?…İzledikçe, insanı bu ve benzeri sorularla kuşatan film, aşkın belki de bir tür yazgı olduğunu, kat edilen yolun başına dönülse de, o açıklanamaz fiziksel çekim yüzünden yine aynı kişiye âşık olunacağını, aynı kavgaların ve çatışmaların bir çember içinde yeniden yeniden yaşanacağını çarpıcı bir üslupla anlatıyor. Kate Winslet ve Jim Carrey’in kusursuz oyunculukları da bu unutulmaz filmin tadına tat katıyor! <br /><br />2) Great Expectations (Büyük Umutlar) <br /><br />Alfonso Cuaron’un yönettiği, büyük yazar Charles Dickens’ın romanından uyarlanan 1998 yapımı “Great Expectations”, birçok yönüyle, aşkı en iyi anlatan filmlerden biri olarak adlandırılmayı hak ediyor. Kimilerince, Dickens’ın yapıtını bire bir aktaramamış olmakla eleştirilse de, diğer birçok edebiyat uyarlamasının aksine, şiirsel anlatımı, ince ince işlenmiş detayları ve büyüleyici görselliğiyle bize romanın sunduğu olanaklardan fazlasını vaat ediyor. Daha henüz bir çocukken tanıyıp gönlünü kaptırdığı snop dilber Estella’ya ömür boyu sürecek umutsuz bir aşkla bağlanan Finnegan Bell’in iç burkan hikâyesi izleyenleri kimi zaman hüzünlendirip kimi zaman öfkelendiriyor. Aşkın, karşılıksız kaldığı ya da Finn örneğindeki gibi, zalim bir ‘öteki’ tarafından yıllarca belirsizliğin alacakaranlığına mahkûm edildiği durumlarda daha da şiddetlenebileceğine, tutku halini almış aşkın çoğu zaman mazoşizmle başa baş gidebileceğine vurgu yapan film unutulmaz replikleri, gören gözlere sunduğu sürprizleri ve etkileyici müzikleriyle zihinlerimize kazınıyor. Filmin en önemli sahnelerinden birinde, Miss. Dinsmoor rolündeki Anne Bancroft’un, şımarık yeğeniyle henüz tanışmış olan küçük Finnegan’a uyarı niteliğindeki sözleri aşkın matematiğini belki de en güzel özetleyen örneklerden biri: “Bu kız senin kalbini kıracak, bu bir gerçek. Ve ben seni uyarsam da, bu kızın, fena halde canını acıtacağını garanti etsem de sen yine de onun peşinden koşacaksın. Aşk ne muhteşem bir şey değil mi?!” <br /><br />Ethan Hawke’ın, oyunculuk kariyerindeki en güçlü performanslarından birini sergilediği filmde Gwyneth Paltrow da izleyicide neredeyse “Charles Dickens, Estella karakterini Paltrow için yazmış olmalı!” düşüncesini uyandırıyor!<br /><br />3) Les Amants du Pont-Neuf (Köprü Üstü Aşıkları) <br /><br />Aşkı en iyi anlatan filmler söz konusu olduğunda akla ilk gelen örneklerden biri de hiç kuşkusuz Köprü Üstü Aşıkları; Paris’in en eski köprüsü Pont-Neuf’ü mesken edinmiş, hayatta hiçbir şeyi olmayan alkol bağımlısı Alex ile hayal kırıklığıyla biten ilişkisinin ardından ailesiyle yaşadığı evi terk edip kendini sokaklara atan ressam Michèle’in büyüleyici, çılgın, tutkulu ama aynı zamanda da dokunaklı aşkının hikâyesi. Yönetmen Leos Carax’ın, olağan dışı yaşam şartlarında filizlenen sıra dışı bir sevdayı, göz kamaştıran Paris görüntüleri eşliğinde yansıttığı filmde, bir yandan kolay kolay kimselere nasip olmayacak masalsı bir aşkı izlerken, bir yandan da aşkın kimi zaman kişiyi ne kadar bencilleştirebildiğine, onu her şeyi yakıp yıkacak kadar vahşileştirebildiğine tanık oluruz. Gözlerindeki hastalığın ilerlemesi nedeniyle kör olma raddesine yaklaşan Michèle’in tedavi olmasını sırf genç kadının kendisinden kopmasından korktuğu için engellemeye çalışan Alex’te, aşkın sahiplenici, egoist ve yok edici yanını görürüz. Filmin sonuna yaklaştıkça Alex’e kızmakla ona acımak arasında gidip gelsek de, ömrümüzde bir kez olsun böyle kural dışı bir aşk yaşamak isteriz için için, Michèle olmak, Alex olmak isteriz! Öyle bir filmdir ki bu, yıllar geçse bile çıkmaz bazı sahneleri aklımızdan, bir fotoğraf karesi gibi yapışır kalır görsel belleğimize kimi anları… Paris’te, o eski köprünün üstünde doya doya koşan, sarhoş olup avaz avaz bağıran, havai fişek yağmurlarıyla yıkanan Juliette Binoche ve Denis Lavant’ı unutamayız!<br /><br />4) Breaking the Waves (Dalgaları Aşmak) <br /><br />Lars Von Trier’in 1996 yapımı filmi Breaking The Waves insanın içini acıtan büyük bir aşkın hikâyesi. Bir kaza sonucu felç kalan Jon, karısı Bess’in başka erkeklerle cinsel ilişkiye girip, ona yaşadıklarını anlatmasını ister. Film boyunca, delilikle saflık sınırında gezinen Bess’in, kocasının aşkı uğruna düştüğü içler acısı durumu izlerken, eşine az rastlanan bir trajediye tanık oluruz. Trier’in gerçekçi, sert ve yalın anlatımıyla yüzümüze tokat gibi çarpan bu sarsıcı filmde Emily Watson, çaresizlik içindeki saf ve masum Bess rolünde bizi koltuklarımıza mıhlayan bir oyunculuk sergiler. Film, Bess karakteri aracılığıyla, âşık öznenin kendini sorgusuz sualsiz sevdiğine adayışını, bu adanışın sonucunda gelen trajik yıkımı, aşk-Tanrı-inanç üçgenini, doğal bir görsellik kullanarak anlatır. Köprü Üstü Aşıkları’nda sevdiği kadını kaybetmek korkusuyla bencilleşip gözü kararan Alex karakterinin aksine Bess, öz benliğinden tamamen vazgeçerek kendini kurban edişin sembolü haline gelir. <br /><br />Sinema tarihinin gelmiş geçmiş en saf, en masum, en gerçeküstü âşık kadın karakterini yaratan “Dalgaları Aşmak”, aşk filmlerinin ‘olmazsa olmaz’larından!<br /><br />5) Closer <br /><br />Romantizmin dikte edilmiş kalıplarından, aşkın ‘süs’lerinden ‘püs’lerinden, göz boyayan detaylarından uzak; çoğu zaman sert, acıtıcı, yırtıcı bir tavrı olan; bilinen tüm aşk söylemlerini yerle bir eden, aşkın tam orta yerinde aşksızlığı anlatan ve bütün bunlara rağmen yine de tüm zamanların en sarsıcı aşk filmi olmayı başarabilen bir film, Closer. Yönetmen Mike Nichols, hayatları kesişen iki kadın ve iki erkek, birbirine geçmiş dört aşk öyküsü ve bu dört insanın birbirine rağmen birbirinden beslenen ilişkilerinden yola çıkarak, aşkın ve insan doğasının ikilemlerini, gelgitlerini mercek altına alıyor. Sadakat, aldatma, dürüstlük ve güven kavramlarının masaya yatırıldığı filmde aşkın en saf ve en temiz halindeyken bile, bir zayıflık anında yerle bir edilebileceğini, en sarsılmaz görünen ilişkinin dahi pamuk ipliğine bağlı oluşunu, birini çok severken de gidilebileceğini, kalmanın ‘sevmek’ anlamına gelmediğini, sevmeninse her şeye yetmeyebileceğini farklı bir kurguyla ve akıllardan silinmeyecek diyaloglarla anlatıyor. Natalie Portman, Julia Roberts, Clive Owen ve Jude Law’un dört ana karakteri canlandırdığı film aşkın yok edici, karanlık ve korkutucu tarafıyla yüzleşmemizi sağlarken, ilişkilerin üzerindeki masumiyet perdesini kaldırarak sevgi sözcükleri ardında gizlenen canavarı uyandırıyor. Belki klasik bir aşk filmi değil ancak aşka, kadın erkek ilişkilerine ve cesur bakışıyla bu listede yer almayı hak ediyor.<br /><br /><br />6) Casablanca <br /><br />Fas’ın Casablanca kentinde karşılaşan eski âşıkların aradan geçen zamana rağmen tükenmeyen aşkı zorlu savaş ortamında yeniden alevlenir; artık evli bir kadın olan ve erdem timsali idealist kocası Victor ile eski sevgilisi Rick arasında kalan Ilsa, tutkulu aşkla gerçek sevgi arasında bir seçim yapmak zorundadır. Michael Curtiz’in yönettiği 1942 yapımı Casablanca, İkinci Dünya Savaşı’nın ortasında geçen, unutulmaz diyalogları, mükemmel kurgusu ve dönemin büyük yıldızları Humphrey Bogart ile Ingrid Bergman’ın mükemmel oyunculuklarıyla hafızalarda yer eden, bugüne kadar yazılmış en iyi film senaryoları içinde hâlâ ilk beşteki yerini koruyan bir klasik, Son derece düşük bir bütçeyle çekilmiş olmasına, senaryonun çekimler sırasında yeniden yeniden yazılmasına, filmin sonunun, çekim süresince yönetmenden başka kimse tarafından bilinmemesine rağmen büyük bütçeli yapımlardan kat be kat iyi sonuçlar elde eden film kırık bir aşk hikâyesi ekseninde dönse de salt bir aşk filmi olarak değerlendirilemez; karanlık savaş atmosferi, dönemin siyasi ortamı, savaşın yarattığı bunalım ve uğruna mücadele edilecek idealler de filmde en az aşk kadar ağırlıkla işlenmektedir. Ancak tüm bu özellikleri, aşk filminden daha başka türlere de dahil edilebilir olması, Casablanca’nın gelmiş geçmiş en iyi aşk filmleri listelerine alınmasını engellemiyor. Filmin bugün hâlâ bu kadar sevilmesinde, senaryonun yanı sıra, yapmak istedikleriyle yapmak zorunda oldukları arasında bocalayan bir kadının ikilemlerini kusursuz oyunculuğuyla aktaran Ingrid Bergman’la, aşkının büyüklüğüne rağmen içinde bulunduğu koşullar gereği aşkını reddeden Rick rolünde olağanüstü karizmasıyla büyüleyen Humphrey Bogart’ın payı büyük hiç kuşkusuz.<br /><br />7) Selvi Boylum Al Yazmalım <br /><br />Yalnız Atıf Yılmaz’ın değil Türk sinemasının en güzel filmlerinden biri, Selvi Boylum Al Yazmalım. Türkân Şoray ile Kadir İnanır arasındaki müthiş kimya ile taçlanan filmi bu kadar özel kılan nitelikler, aşkın o ilk kıvılcımlarını en naif, en saf haliyle betimlemesi; iç ses kullanımıyla âşık bir kadının ruh halini tüm samimiyetiyle yansıtması ve film ilerledikçe karşımıza çıkan ‘aşk mı sevgi mi’ ikilemini kadınca bir bakış açısıyla ele almaktaki başarısı olsa gerek. <br />Güzeller güzeli köylü kızı Asya (T.Şoray), büyük bir aşkla evlendiği kamyoncu kocası İlyas (K.İnanır) tarafından bir süre sonra terk edilir, yolda tanıştığı iyi yürekli Cemşit ona ve oğlu Samet’e yuvasını açar, kol kanat gerer. Günün birinde tesadüf eseri karşısına çıkan İlyas, Asya’yı büyük bir ikileme sürükler. Kimi seçecektir? İlyas’ı mı Cemşit’i mi? Aşkı mı sevgiyi mi? Tutkuyu mu güveni mi? Film, bizi gözyaşlarına boğan final sahnesinde, emek vererek yeşertilmiş sevginin aşktan üstün olabileceği gerçeğini, sevgi için salt aşkın yetmeyeceğini “sevgi emektir” cümlesiyle özetler. Bir tarafımız, aşkı yerine sevgiyi seçen Asya’ya hak verse de bir tarafımız İlyas’ına dönmesini için yalvarır. Türkân Şoray’ın o muhteşem son bakışı ve “seninim işte, alıp götürsene beni!” diye haykıran içsesi her izleyişimizde yüreğimizi paramparça eder. Hiçbir Hollywood filminde yansıtılamayacak kadar büyük ve sımsıcak bir aşk hikâyesidir bu, bizdendir, gerçektir, baş tacı edilesidir. <br />“Elini tuttum, sıcacıktı, sanki yüreği elimde gibi”…Hangi cümle aşkı bu kadar güzel anlatabilir ki!<br /><br />8) Bridges of Madison County <br /><br />Clint Eastwood’un hem yönettiği hem de başrolünü Meryl Streep’le paylaştığı hüzünlü bir aşk hikâyesi. Meryl Streep’in, küçük bir Amerikan kasabasında, iyi yürekli, sevecen kocası ve çocuklarıyla birlikte sıradan ama huzurlu bir hayat yaşayan kendi halinde ev kadını Francesca rolünde mükemmel bir performans sergilediği filmde Clint Eastwood, Franscesca’nın renksiz ve tekdüze hayatına bambaşka bir anlam katacak olan yabancıyı canlandırır. Eşiyle çocuklarının dört günlüğüne şehre gitmesiyle evde yalnız kalan Francesca, bir anda kapısında beliren bu yabancıyla sırrını ömrünün sonuna kadar saklayacağı dört günlük bir aşk yaşar. Bu aşk kısacık da sürse hatırası Francesca’nın belleğinde ölünceye kadar saklı kalacaktır. Film, buruk bir aşk hikâyesi olmasının ötesinde, ailesine bağlı ve sorumluluklarının bilincinde bir ev kadının gitmekle kalmak arasında bocalayıp sonunda yine içinde bulunduğu çemberden kurtulamayışını anlatırken, bir anlamda bizi kuşatan toplumsal değerleri, tutsağı haline geldiğimiz alışkanlıkları ve içimizdeki maceraperesti öldüren evlilik kurumunu sorgular. Hepimiz hayatımız boyunca bir kez de olsa böylesine derin bir aşk yaşamak isteriz filmi izlerken; ‘dört günlük bir şey’ de olsa kendimizi tutkunun kollarına bırakabilmek, devamının gelmeyeceğini bilsek de o kısacık zaman diliminin tadını çıkarmak, düşünmeden, kendimiz olmak isteriz. Yaşadığı o tutku dolu anları çocuklarına aktarırken “Kendimden başka bir kadın gibi davranıyordum oysa her zamankinden daha çok kendimdim” diyen Francesca’yı anlarız. Minimalist oyunculuğuyla mükemmellik mertebesine ulaşan Meryl Streep’in, son derece çarpıcı final sahnesinde, arabadan inmekle inmemek arasında yaşadığı tereddütü iliklerimizde hissederiz. <br /><br />9) Remains of the Day (Günden Kalanlar)<br /><br />Listemizdeki diğer filmlerin aksine, kayıp bir aşkın hikâyesidir Remains of the Day, yaşanmamış, söylenmemiş bir aşkın, boşa gitmiş bir hayatın, geri dönüşsüzlüğün hikâyesi… Bir James Ivory başyapıtı olan filmde oyunculuk kariyerinin en muhteşem performansını sergileyen Anthony Hopkins, İkinci Dünya Savaşı öncesinin İngiltere’sinde, bir malikânenin, kurallara aşırı bağlı baş uşağını canlandırır. Malikâneye yeni gelen kâhya Miss Kenton’a (Emma Thompson) zamanla âşık olan baş uşak James, gururundan taviz veremeyecek kadar katı olduğu için duygularını Miss Kenton’a açmayı başaramaz. Filmin sonuna kadar tek beklentimiz James’in aşkını itiraf etmesidir, öyle yoğun, öyle anlam yüklü sahneler vardır ki, her seferinde “işte şimdi söyleyecek” diye sabırsızlanırız içimizden. “Beni sevdiğini söylesene! Seninim işte! ” dercesine bakar oysa Miss Kenton o unutulmaz sahnede. Öfkeleniriz James’e, isyan ederiz, ama o hiç konuşmaz. Öyle güzel oynar ki Anthony Hopkins, anlarız biz, o kaskatı bedenin, o ifadesiz yüzün, o donuk gözlerin arkasında ne fırtınalar koptuğunu; tek bir mimiği, tek bir jesti yeter bizi ikna etmeye. Filmin sonunda içimizde bir sızı oluşur, kalbimiz sancır; içte kalmış, bir türlü açıklanamamış bir aşkın ‘keşke’lerini, ‘belki’lerini hatırlarız, geçip giden yıllara yanarız… “En güzel aşk yaşanmamış aşktır, en güzel sözse söylenmemiş söz…” diye avutmaya çalışırız kendimizi. Bu filmi unutulmaz kılan da söylenmemiş bir aşka dair olmasıdır belki…<br /><br />10) L’Amant (Sevgili)<br /><br />‘Sevgili’, maddi sorunları olan beyaz bir genç kadınla zengin bir Çinli işadamının tutkulu aşkını anlatan, etkileyici görselliği ile belleklere kazınan, kırık dökük, dramatik bir aşk öyküsü. Tensel aşkın yoğunluğunu gerçekçi sevişme sahneleri yoluyla anlatmayı seçtiği için kimilerince erotik film kategorisine dahil edilse de, kanımca, aşkı aşk yapan şeyin her zaman salt duygu olmadığını, bedensel tutkunun aşkı güçlendiren en önemli etkenlerden biri olduğunu gözler önüne sermesi açısından inandırıcılığı son derece yüksek bir aşk filmidir. Sınıf ve statü farkları yüzünden mutlu sona ulaşması hayal olarak kalsa da, yaşandığı sürece, tüm tabuları, kalıpları, yerleşik kuralları ihlal edebilecek kadar güçlüdür bu aşk. <br />Buruk bir aşkın öyküsüdür aynı zamanda, genç kız Çinli sevgilisine onu sevmediğini söyleyerek acı çekmesini sağlar. Oysa, çılgıncasına âşıktır adama. Belki de çevremizde sık sık karşılaştığımız, aşkını inkâr edip karşısındakini yaralamak yoluyla var olan, yaraladıkça çoğalan bireylerin bir prototipidir o. Ancak önünde sonunda, “seni hep sevdim, seni hayatımın boyunca sevdim” diye itiraf edecek kadar büyüktür aşkı. Marguerite Duras’nın otobiyografik romanından uyarlanan, Jean-Jacques Annaud’nun yönettiği Sevgili, tüm zamanların en sarsıcı, en erotik aşk filmlerinden biri.</span></span></b><span style="color: black; font-size: 16pt;"></span></div>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/09783737122656853021noreply@blogger.com4