Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

15 Ağustos 2013 Perşembe

BOŞLUK


 



Babama ve anneme...

BOŞLUK

 

Hayat öyle tuhaf ki, bir an geliyor, tam işinizin gücünüzün ortasındayken ya da televizyonda film izlerken, ya da bilgisayarda çalışırken kafanıza dank ediveriyor çok sevdiğiniz insanları hatta en çok sevdiklerinizi kaybetmiş olduğunuz gerçeği. Aslında bütün bu koşuşturmanın, debelenmenin, abuk subuk işler edinmenin, saçma sapan konulardan bahsetmenin, ıvır zıvır almak için mağazalarda taban tepmenin, insana pek de bir şey katmayan tüm o film ve dizileri izlemenin, konuşmanın, konuşmanın, hep daha çok konuşmanın sadece ve sadece gidenleri hatırlamamak, ya da mümkün olduğunca az hatırlamak için harcanan çabalar olduğu gerçeği... Çünkü ne zaman hatırlarsanız o zaman yanı başınızda bitiverecekler en canlı, en genç, en içten halleriyle. Böylesi dert değil de, bazen sizle konuşmak isteyecekler, sizi içinde durduğunuz zaman diliminden koparıp almak, dilbigisinde tarifi henüz yapılmamış başka bir zamanın içine çekmek, belki sizin için çoktan ‘-di’li geçmiş’ olan uzak hatıralara beraber dalıp çıkmak, bugünkü bedeninizle değil de, onlarla olmayı en çok sevdiğiniz ve onlardan ayrılmaktan en çok korktuğunuz çocukluk yıllarınızın koridorlarında sizle köşe kapmaca oynamak isteyecekler... Onları ne kadar çok hatırlarsanız o kadar çok varolacaklar, ne kadar çok özlerseniz o kadar çok yaşayacaklarmış gibi...

 

Ama en beteri, bazen en hasta, en çaresiz, en dokunaklı o son halleriyle görünüverecekler gözünüze, hafıza dosyalarınızdan sıyrılıp; siz ne kadar çabalasanız da onları daha iyi, daha sağlıklı, daha genç ve daha eğlenceli halleriyle hatırlamak için, onlar size her seferinde acı veren o anları da var kılmak için sona saracaklar tüm filmi... “The End” yazısını gördüğünüz son ana bile yeniden yeniden götürecekler sizi... Nasıl olursa olsun hatırlanmak için. Her halleriyle hatırlanmak için. İyi günlerinde de kötü günlerinde de hatırlanmak için... “Bunca çabaya gerek yoktu” diyeceksiniz, “ben sizi hep özlüyorum” diye yırtınacaksınız, “hayat sizsiz çok eksik” diye ağlayacaksınız, gözlerinizden nasıl da Japon çizgi filmlerindeki karakterler gibi yaşlar fışkırdığına hayret ederek.

 

Günler, aylar, yıllar geçecek ve siz yine bir espriye gülecek, yine bir sürprize sevinecek, bir kayba üzülecek, bir dostla dertleşecek, sevdiğinizle baş başa bir başka güneş batışı daha izleyeceksiniz... Yaş alacak, yaşlanacak, çoluk çocuk, torun torba sahibi olacaksınız ama en sevdikleriniz gittikleri yer her neresiyse, siz her neye inanıyor ya da inanmıyorsanız, bir şekilde kendilerini size göstermekten vazgeçmeyecekler... Siz, olur a, insanlık hali, bir gün gelip de onları yad etmeyi unutsanız bile, onlar bütün bu koşuşturmanın, debelenmenin, abuk subuk işlerin ortasında size görünüverecekler.

Siz kendi filminizin THE END yazısını görene dek, daima...